15 Mayıs 2012 Salı

İki Kere Şampiyon Ligtv!

Şimdi geçenden yarım bıraktığım iki konu ve bir şişe hakkında birşeyler yazacam. Bir senedir şikeydi, uefaydı, fifaydı derken dananın kuyruğu çok şükür koptu. Herkes rahatladı. Şampiyon Galatasaray'ım oldu.  Eee doğal olarak şampiyonluk kutlamaları vs. derken benim tek gecem öyle geçti. Etrafımdaki arkadaşlarımın bir çoğu Fenerli olduklarından dolayı, bir Galatasaraylı arkadaşımla beraber hepsine bira yada vodka servisi yaparak geçti. Şampiyonluk maçından sonra hepimiz zaten bir aradaydık diyebiliriz her derbi sonrası yaptığımız gibi kazanan, kaybedene birasını, vodkasını ısmarlama gibi anlaşmamız var. Eee tabi arada "gene yaktınız lan stadı nedir o stadın sizden çektiği anrgy birdsler" gibi ufak tekef laf sokmalar, espriler vs. arada kaynadı ama o kadar körü körüne bir takıma aşık olmaya gerek duymuyoruz. Sonrasında başımızda ağrımıyor bu yüzden kırgınlık yada alınganlık çıkmıyor...Neyse kimse demesin Fenerbahçe'nin şampiyonluğu elinden alındı vs... diye. Çünkü şike var mıydı yok muydu konularına hiç girmeden başka bir şeyden bahsedecem.

Geçen senenin sonunda artık tam futboldan bıktık çok şükür bitti lig dedik ki 2 ay geçmeden bir sabah bir uyandık şikeydi şuydu buydu diye memleketin gündemi sallanıyor. Yok uefa'ya gidilecek, yok küme düşürülecek, atarlanan takım sahipleri, ortaya çıkan ses kayıtları, 600 sayfalık iddanameler... Offf. Ligin başlama zamanı geldi başlamadı. Burada olaylar komple değişti. Çünkü yayıncı kuruluşun sanırım 1 sene önce TurkTelekomla ölesiye girdiği ihale halen akıllardadır. Tam hatırlamasam da 350 milyon$ dolarlara kadar ihalenin bedeli avrupada 5. en değerli futbol yayınlama ihalesi olarak tarihe geçmişti. Ama ligin geç başlaması yayıncı kuruluşun hiç işine gelmedi. Çünkü ortaya döktükleri bir kamyon para var ve verim alamıyorlar. Bir tarafta kümeye düşmesi gündem de Fenerbahçe var taraftarlarının digitürk paketlerini iptal ederler endişesi hakim.
Lig şöyle böyle derken en sonunda başladı. Ama bu sefer periyot o kadar sıkıydı ki 1 hafta içinde diğer haftanın maçları başlar olmuş... Pazartesi 5. hafta maçını yapan takım Cuma-Cumartesi günü 6. haftanın maçına çıkıyor. Bir taraftan digitürk "biz bu kadar para verdik kardeşim zarardayız bunun için mi verdik?" diye diretiyor derken tak şahane bir öneri; 
PLAYOFF oynayacak ilk 4 takım. Böylece şike'de olmuş olmayacak! Hakeden kazanacak!
Dahiyane! Fekalade! Süper ötesi cinyıs bir fikir maşallah(!) 
Kimsenin aklı almıyor mu şike yapılacaksa bile önceki maçlarda zaten yapılır puanlar önceden toplanır.
Neyse lig maratonu koşuşu devam ediyor haftalar haftaları tek bir hafta içinde kovalıyor, gündem de tutulan şike soruşturması vs. derken milletin aklı bunalıyor... Her gün futbol, her gün futbol. Milleti bıktırdılar iyice. Normal lig kendi sonlarına yaklaşırken artık dananın kuyruğu kopacak Galatasaray 5-6 puan önde sürdürüyor son haftalara yaklaşırken bir süsleme daha...
PLAYOFF DEĞİL SÜPER FİNAL
Buna da eyvallah. Süper Final diyelim tamam. Artık herkese süper final iyice anlatılmaya başlanıyor, yok neymiş efendim "toplanan puanın yarısı alınacak, yarısı alınan puan eğer 40.5 gibi bir rakam olursa 41'e tamamlanacak en sonunda silinecek" vs. vs. vs...
Ligin son haftasına geliniyor maçlar oynanıyor ve normal şartlara göre artık, 
1- Galatasaray
2- Fenerbahçe
3- Trabzonspor
4- Beşiktaş
9 puan farkla Galatasaray Şampiyon. Ama bana göre numaradan ortada bir süper final zımbırtısı var. Süper Final maçları başlıyor ilk 2 maçlar gayet çekişmeli takımlar mücadele etmek için koşturuyor vs. 3 maçlarda artık frenleme basılmış lig aynı şekilde BİTMESİ İÇİN ufak tefek matematik hesapları yapılıyor. Derken son maç geliyor.

Süper Final'in Son Maçı. Fenerbahçe - Galatasaray
Kimse kusura bakmasın ama ben hayatımda bu kadar danışıklı dövüşlü maç izlemedim. Maçta akıl almaz olaylar oldu. Ben bir Galatasaray'lı olarak şunu diyebilirim ki böyle bir Galatasaray O-LA-MAZ. Böyle bir sakin derbi olamaz. Bir kere takımın başında Fatih Terim var. Fatih hocam halısaha maçına çıksa mutlaka kazanamak için çıkar. Hırsın adı Fatih Terim. Galasaray'ın tek gol atarsa işi çok daha rahatlayacağını düşünürsek... Ki Kadıköy'deki son maçta 2-0'da 2-2'ye gelen maçta hırsına ne kadar düşkün olduğunu görmüştük. Hatta bu hırsı yüzünden Arena'da ki maçı kaybetmiştik. Hücum yapmayan bir Fatih Terim'in takımı ve yenerse Şampiyon olacak bir Fenerbahçe! Ama dengesiz dengesiz atak yapan Fenerbahçe ileride 2 kişiyle gol atmaya çalışıyor? Kadıköy'de Fenerbahçe uzaktan hiç şut çekmeyecek? Adettendir bir kere uzaktan şutlar! Hiç bir FUTBOLCU KAÇAN POZİSYON SONRASINDA TARAFTARA HADİ HADİ diye el kol işareti yapmayacak? (olduysa da ben görmedim)
Böyle bir derbi olamaz. Yenenin şampiyon olacağı bir karşılaşmada -ki bu Fb-Gs derbisi ise- bütün kartlar açık oynanır. Kontrollü oyun tamam ilk 20 dakika oynanır ama bu kadar da değil yani. Daha önceki senelerden son maçta kaybedilen şampiyonlukları ele alırsak Galatasaray karşısında nasıl bileneceğini siz bir düşünün derim!
He birde ki 10 kişi kalmış bir Fenerbahçe karşısında Fatih Terim bu şansı yakalamışsa "GS'li futbolculara tekme atılsa ses çıkartmayacaksınız saha da dersinizi vereceksiniz" der. Hazır 10 kişi kalmışken kaçırmak istemez Terim! 10 kişi olan ezeli rakibi karşısında takımını yalnız bırakacak Galatasaray'lı futbolcunun soyunma odasında Allah "TERİMİN GAZABINDAN KORUSUN!!!" Benim hiç aklım kesmedi 10 kişi yakalanmış bir Fenerbahçe karşısında atak yapmayan bir an önce maç bitsin diye zamana oynama olayı. Bu korkma falan değil hiç öyle demeyin liseliler gibi! İlk yarıda 2-2 biten maçta Fenerbahçeyi sahasına hapseden Galatasaray'ın hazır 10 kişi yakalamış ezeli rakibi karşısında bir defa bile atak yapmaması ironik!
Peki Aykut hoca? Maçın sonları gelmiş golcü alması? Maçın başında tek golü bulup defans yapmasını bile anlarım. Ama acaba hiç mi Fenerbahçe'nin yaptığı etkisiz atakları görmedi? Hiç mi rakibinin üstüne gidip sıkıştırmayı denemedi? Ligte sırasında oynanan maçların maşallahı var. Golsüz geçmiyordu. Birbirini ısıran iki takım! Aykut hocanın takımını ben Kadıköy'de son oynanan Trabzon maçındaki gibi hırslı ve saldırgan bulacağımı sanıyordum...
Sonuç ne oldu 0-0. Kadıköy'de Fenerbahçe'nin iftihar ettiği yenilmezlik devam etti, Galatasaray'da ligin bitimindeki gibi lider bitirdi. Maçta bir şekilde bitirildi. Yavaş yavaş... Beşiktaş, Trabzonspor ne oldu? Onlarda ligi nasıl bitirdilerse aynı şekilde playoff'u bitirdiler...


Şimdi Fenerbahçe'nin Çarşamba günü oynayacağı Bursaspor maçını bekliyorum! Bakalım bakalım nasıl kartlar açık oynanacak! Kaybeden'in telafisi yok! Görelim nasıl saldıracak gol için... O zaman daha iyi anlaşılır demek istediğim...

Kazanan kim oldu?
Ligtv! Maçın stresinden, içimizdeki fanatiklikten kimse bunu anlamadı. Anlattıklarımda sonradan hak verdi. Birde şu başıma geldi onuda anlatayım.
Hani şu sağda solda ligtv kırmızı logolu yayınlayan mekanlar varya heh işte onlardan birisinde izledim maçı. Mekan arkadaşın sağolsun. Fenerli bir arkadaşım kendi mekanına çağırmıştı orada seyretmektense Galatasaraylıların olduğu yerde seyredeyim diye gittim oraya. Tezgah arkasından hem çayları tazeliyoruz arada hemde bir gözüm tvde. Derken maç bitti. Etraf biraz sakinleşmesinin ardından arkadaşa telefon geldi.

- Süper Final Cironuz ne kadar kazandınız bilgi verir misiniz?
+ 10.000 TL civarı...
- Memnun musunuz peki bu SüperFinal'den?
+ Çok iyi geldi bana.
Arayan Ligtv'den birileriymiş. İşler nasıl beğendiniz mi uygulamamızı dercesine takılıyorlar. Sonradan Fenerli arkadaşıma sordum bu olayı. Durum onda da aynı. O'na da sormuşlar ne kadar vs. diye...
Velasılkelam olay budur! Bence Playoff yada SüperFinal artık her ne sikimse baştan beri düzmeceydi.

Bu sayede;
Arada Kalp krizi geçirenler vs.'de oldu biliyorsunuz... 
Arkadaş arkadaş laf sokarak can yaktı biraz. Millette birbirine düştü...
Orası burası yakıldı...
Bir kişinin cebinden kulüplere fazladan para çıktı.
Korsan biletler son maçta şaha kalktı...
vs. vs..

Herkes tezgahını kurmuş, yolunu bulmuş bir şekilde organize ediyor işleri. Bizde mal mal peşinden koşuyoruz ne güzel değil mi? "Türk futbolu üzerinde oynanan oyunlar" diye tabiri bana göre bu maçta gün yüzüne apaçık çıkmıştır!

Birde bu var Okuyun.



14 Mayıs 2012 Pazartesi

Barney Sikerson'a ithafen...

Nerden nasıl başlayacağımı bilmiyorum, böyle durumlarda da genelde hep susarım... Şunu tekrar anladım ki birisini sevmek, birisini anlamak için onu görmek gerekmiyor. Sadece yazdıklarını okumak bile yetebiliyormuş. Bir önceki yazıda da anlattığım gibi bazı blogları okurken kafamda olduğundan fazla kişiselleştiriyorum. Zamanla okudukça da gelişiyor gelişiyor gelişiyor...

Barney... Seni, yazdıklarından ve ara ara attığımız mailler sonucu açılan konudan konuya muhabbetle tanıdım. Kadınlar hakkında yazdıkların sert olsa da esasında bana göre gerekene saygı duyduğun belliydi. Bunun için sadece biraz kafa çalıştırmak yeterliydi. Kadın düşmanı değildin, dilin sertti, sen serttin... Sen hayatta yalnız yürüyenlerdendin bana göre... İşi biliyordun ama herkese karşı aynı değildin. Yazdıkların o kadar ince görüşmüş sert gerçeklerdi ki... Bişeyler vardı yazılarında beni çeken. Bir ortak nokta, bir bişey. Hiçbir zaman düşünmedim ne olduğunu ama bu sanki "yolcu yolcuyu tanır" hesabı bişeydi... Keşke cuma akşamı şu son yazıyı yazmak için içimden gelen bir his hiç gelmeseydi... Keşke maillerle kalmayıpta çok daha fazla seni tanıyabilseydim hafız..
Bir bankta oturmuşuz karşımızda gemiler...Dünya sikimizde değil...Bu sefer bana bişeyler anlatmak yerine susuyorsun...Elimizde biraları yudumluyoruz..."hafız gidip kokoreç yiyelim mi?" dediğimde ses vermiyorsun...Şerefe!

Birkaç yazı daha... 








11 Mayıs 2012 Cuma

Blogları Okurken...

Blogları okurken
Şunu farkettim bloğa bişeyler yazmaktan çok okuyucu rolündeyim. Haftada bir belki iki hafta bir yazıyorum ama her gün gazete okur gibi blogları dolaşıyorum. Yazmama sebebim ise üşengeçlikten kaynaklanıyor. Çünkü uzun yazılarımın çoğunu önce deftere yazıyorum sonrada bilgisayara geçirmeye üşeniyorum. Neyse okuduğum kimi blogu pek iplemiyorum (moda vs. çünkü bana göre değil), kimisi de baya sürükleyici roman tadında yazıyor ki onları takip etmeye çalışıyorum. Onların dışında sürekli iletişimde olduğum ve her yazısını okuduğum (yorum atmayı unutsam yada atacak yorum bulamasam da) blog/bloggerlardan bahsedecem biraz. Daha doğrusu onları okurken nasıl gördüğümü anlatacam. Nasıl oluyorsa kişiselleştirdiğimin farkına vardım geçende. Herhalde ilk tanıştığımdan yada okuduğumdan bu yana nasıl bi profil çizdilerse gözümde o gün bu gündür yazdıklarını okurken hemen her zaman aynı şeyi yaşıyorum okurken.

Önümüzdeki 5 yıl boyunca serbest bir ilişkimizin bulunduğu hatun. İlk tanıştığım blogger. Bu hatunun yazılarını okurken hep sabaha kadar konuştuğumuz, lafladığımız, dertleştiğimiz bir durumda sanıyorum kendimi. Bir öğrenci evinde, önümüzde duran bir yemek masası üstünde muşambadan çiçekli böcekli bir masa örtüsü. Benim önümde bir bardak çay bir taraftan yudumluyorum, onda her zamanki gibi portakal suyu, bir taraftan da yazdıklarını can havliyle harıl harıl anlatıyor gibi. Hangi yazısı olursa olsun aklımda böyle bişey canlanıyor ve okuyorum. Eşek sıpası sürekli anlamadan dinlemeden trip atmaya çalışsa da her seferinde duvara tosluyor o ayrı :) Şu dersleri bi hallette daha fotoğraf turuna çıkacaz beee!!! İlkler ayrıdır. :)


Sorunlu. Ama seviyorum müdürümü :) Egosu tavan olsada bir o kadar da yerde lan! En azından benim gördüğüm öyle ve memnunum. He onun yazılarına gelelim. Kafayı buluyorum onun yazılarında. Zaten yakın sayılırız ve haliyle gözümün önünde karşı kapı komşumun kapıyı açıp bana apartmanda yankılana yankılana bir olayı anlatması gibi geliyor. :) Evet böyle yapacak bişey yok. Bazen de bir çay bahçesinde, gene elimde bir çay, her an bir espiri veya laf sokacakmışçasına karşımda gülen bir yüz, püfür püfür esen bir yaz akşamında muhabbet ediyormuşuz gibi bişeyler eşliğinde yazılarını okuyorum. Şimdi birde müdür falan oldu birde kokona olursa oww baby...

Geçmiş olsun hafız. Etrafımdaki kafa dengi herifler tek tek evlenmeye yol aldıkları şu zamanlarda bu herifin yazılarıyla kafamı açıyor desem yalan olmaz. Belki diğerleri kadar muhabbetimiz bile yok hatta sadece birkaç mailleşmeden ibarette olsa adam işi biliyor. Her ne kadar siyah tabanda dar ve uzun yazılarını zaman zaman okumakta zorlansam da seviyorum bu herifin yazılarını ve tespitlerini. Haa gel gelelim bu adamı okurken ki ruh halime işte orası biraz karışık. Bazı yazılarında bir kongre merkezinde topluluğa şu şöyle bu böyle diye hitap ediyor gibi gelse de çoğunda sanki bir banka oturmuşuz karşımızda gemiler izliyoruz. Dünya sikimizde değilmişçesine bana bişeyler anlatıyor. Kulağım onda, elimizde biraları yudumluyoruz ama konunun tam ortasında "hacı gidip kokoreç yiyelim mi?" dediğim de "hadi lan ben de acıktım" diyecek gibi bir durumda okuyorum desem yeridir. Kokoreççiye vardığımızda konu kaldığı yerden devam ediyor... Böyle de enteresansın hafız bende.

Kokona, kokoş... Ama kötü anlamda değil, iyi hoş sempatik kokona. Şöyle diyeyim Titanic'de Jack'in üstünü başını giydiren bir şendul vardı ya. Heh işte ta kendisi. :) Böyle yarım yamalak olsa da tanıyoruz birbirimizi. Eee bu hatunun yazılarını okurken ise kendimi Büyükada'da bahçesi olan bir ev, karşımda demir, yuvarlak, ayak kısımlarının boyaları kısmen deforme olmuş beyaz bir masada çayımızı yudumlarken anlatıyor sanki başından geçenleri. Hee birde kucağın kedisi ve masanın üstünde otisabi'nin kitabı... Bana anlatıyor anlatmasına ama az yaban çakalı değil yoldan geçen gençleri de bir taraftan kesiyor gözleriyle... :) 

Sadece attığım yorumlardan belki tanıyor belki tanımıyor. Ama yazmaya başlayalı okuyup takip ettiğim kişilerden birisi. Hiç tanışmıyoruz hiç tweet bile atmışlığımız yok. Ama yazılarını seviyorum. Aklı olduğunca başında son zamanlarda yorgunluktan ve yoğunluktan pek bi şikayetçi olsada... Pek bi atarlı, pek bi harbi... Hayalimde ise 30lu yaşlarına ramak kalmış, biraz uzunca boylu neden olduğunu bilmiyorum ama sarışın diye gözümün önünde canlanıyor. Yazıklarını okurken Lost'un arka bahçesi ambiansında okuyorum. Yani oradayız ve anlatıyor bana bişeyler. Lost'u Bakırköy'e gidenler bilir, 1 tane büyükçe bir ağaç ve dalların çok güzel gölge görevi gören bahçede tahtadan masalar, duvarlarda sessiz plazmalar, plazmalarda müzik kanalı, kulağı rahatsız eden müzik plazmalardakinden farklı... Böylede saçma bir yer işte. Sağımızda bar var, küllükte iki sigara, biralara eşlik ediyor. Sonra sevgilisi gelip bana dalıyoasdkansdajsdb... Gözümü bir açıyorum Acıbadem acildeyiz. :)) 

Kafasını her an belaya sokacak gibi. Daha ergen ama diğer aynı yaşta okuduğum bloggerlara istinaden daha sert ve daha farklı bir platformda olduğu için sürekli okuyorum. Asi ve anarşist geliyor. Yazdıkları farklı bir dünya. Aynı yaştakiler "öff üni'deki kız kıskandı vs" diye yazarak tespit yaparken bu hatun "müşteriyi dövdüm aldım façasını aşa hacııı" tarzındaki durumları ister istemez ilgimi çekiyor... Pek bi muhabbettimiz var, var da işte çok kopuk kopuk olmasına rağmen ben onu o beni tanıyor gibi. Ama ben onu okurken bir parkta tahterevalli'nin bi ucunda o bi ucunda ben birde onun elinde simit sanki duymuyormuşum gibi bağıra bağıra bişeyler anlatıyor gibime geliyor. Anlatıyor ama sürekli ya o cool adam ya başka bir onu seven herif. Hiç olmadı kırmızı ruj sence nasıl? Ya kırmızı kot? Sürekli söylememe rağmen sonuçların hepsi hayalkırıklığı vs... Ama o da bi çılgın tabi :))

Velhasılkelam böyle saçma sapan kısa kısa bir yazı oldu. Yani her zaman böyle olmuyor tabi. Kafamın rahat olması gerekiyor böyle moda girerek okumak için. Bazen sadece ekrana bakarak okuyor gibi oluyor hepsi bundan ibaret kalıyor. Yazmayı unuttuklarım, yazmadıklarım alınganlık vs. göstermesin durduk yere. Saat geç oldu zaten. He birde herkese olmuyor tabi tanıdıkça şekilleniyor değişiyor bir nevi yaşayan kitap gibi oluyorsunuz beynimde... ve sizi okumak hoşuma gidiyor... Bilin istedim. Evet katılıyorum, Delirdim...

Şuan aklıma geldi de bu olayı Mim, Ödül gibi şeye dönüştürerek yeni bir akım mı başlatsam? Yük altında bırakmak istemiyorum kimseyi çünkü bana biraz yük gibi geliyor. İsteyen yapar farketmez başlamış olur hoşunuza giderseniz yapın gitsin yaa... Yada siktiredin gitsin... :)



2 Mayıs 2012 Çarşamba

Geçen Gene Terk Ediliyorum #2

Geçen Gene Terk ediliyorum... Ya arkadaş ben harbiden anlamıyorum bu kadın milletini. Bir kadın nasıl olur da bütün kinini nefretini bir not kağıdına sığdırabilir? Bunu nasıl başarabiliyor aklım ermiyor. Şuan karşımda duran F5 ile F8 tuşlarının aralığında duran beyaz not kağıdında herşeyi söylemiş. Aradım açmıyor, mesaj attım cevap yok. Sanırım 10:12 sularında gene terk edildim.

12 SAAT ÖNCE...

Geçen Gene Terk Ediliyorum #2
Kozalak yarim kolumda ne yapsak ne yapsak diye düşünürken bir rüzgar kendimizi taksimde bulduk. Hafta içi olduğundan dolayı pek dolu değil İstiklal ite kaka yürüme derdi olmadan rahat rahat takılıyoruz. Nevizade'nin oradan aşağı doru yol alıyoruz. Bir taraftan da nerede demlensek diye bakınıyorduk. Jolly Jokerin önünden aşağı inerek ilk sağdaki sokağa girip yirmi metre kadar ilerledikten sonrada tekrardan ilk sağa girdik. Heh işte burası. Bütün masalar kalmış bir vaziyette bomboş sokak ve hafta içinin verdiği rahatlıkla sakinlik hakim yeşilçam sokağının bitiminde başlayan cinepop sinemalarının girişinin baktığı sokağa. Sokağın başında duran iki hatunun bulunduğu yere baktığımda unutulmaz anılarımdan birisini gene gözümün önüne gelse de istifimi bozmadan sokakta biraz daha yürümeye devam ettim. İşte varış noktası ve birer bira söylendi. Ardından bir vodka tek buzlu, bir bira. Sonrasında bir tane iki buzlu vodka, bi tane bira derken saate baktık 12:30 civarı falan.
+ Eve mi gidelim? Yoksa biraz turlayıp bara kendimizi atalım mı?
- Eve gidelim yorgunluk var biraz.
+Memnuniyetle.
Memnuniyeti farklı algılamayın hemen! Zaten aklınızdan geçen şey cepte. Sadece seçenek olarak belirttim. Öncesinde bara da gitsekte nasıl olsa cepte. Ama benim canımı sıkan şey muhabbeti habire benim zorluyor olmam. Yani ben susunca o da susuyor. Hiç çekemem. Bir yerden giriş yaptığı da yok. Eee tamam bende bi yere kadar sürekli konudan konuya atlayıp lafı uzatabilirim ama eve gidince sıkıntıdan patlayacam. Neyse Giderken arkadaşı aradım dedim;
+ Bro bu gece bi ex-change olayımız var. Sen müsait bi yere geçiver.
- Yatacam ama hacı ya.
+ Yahu geçiver bi yere işte. Kaybol. Biz geliyoruz.
- Senin anahtar nerde?
+ Bende.
- Ya skecem belanı. Kendi evine gitsene olum!
+ Hadi diretme hadi işte!
- Offf tamam! Ben Emre'ye geçiyorum bu gece... Ama bunu ödeyeceksin!
+ Tamam merak etme ödeşiriz elbet! Meltem rüzgarları serinletsin senin John Benjamin Toshacklarını. Eyvallah..
.
Atladık taksiye eve doğru yola düştük. Klasik arka koltuğa yayıldık 3 dk geçmeden sızmak üzere olan hatunun başı omzumda. Öfff! Taksicinin dikiz aynasından "bu gece bunlar garanti sevişir" imalarıyla göz göze gele gele evin yolunu arşınlama başladık. Taksiciyle 3-5 ufak muhabbet derken hem hatun biraz ayılır hemde tekele uğrayıp vodka alacağımdan dolayı 100m öncesinde indik. Vodka işinide hallettikten sonra eve geldik ben direk yayıldım kanepeye. 3dk 5dk geçti halen bir sessizlik hakim ortama. Yahu zaten yalnız yaşayan birisiyim ben ses gürültü istiyorum. Muhabbet istiyorum be kadın! Konuşsana cırlasana! Çene çal biraz. Yok abi ses çıkmıyor kukuman kuşundan. İçimden "Bu ne biçim kadın lan? konuşmuyor" diyorum. İş gene başa düştü.
+ Yahu sen nasıl bi kadınsın ya?
- Yaaaa nasılım? (yüzünde bir gülümseme saçlarla oynama)
+ Ne konuşuyorsun, ne bişey diyorsun?
- Hee o anlamda. (yüzü birden düştü tabi)
+ Evet o anlamda.
- Pek öyle konuşkan birisi değilimdir.
+ Konuşkan değil de Sevişgen birisi misin?
- ahahah yaa öyle değil. Ne bileyim işte öyle pek atılgan değilim.
+ Görecez elbet. Neyse susalım o zaman.
- Sen konuşuyon ne güzel işte.
+ Vodka istiyon mu? Ben şişeyi fondip yapmadan söyle!
- Az alayım.
+ Tamam. Ki ne yapacaz senle bilmiyorum artık!
Geçen Gene Terk Ediliyorum #2
Çıldıracam! Benim derdim yalnızlıkla be kadın! Bana konuşkan geveleyen birisi lazım! Herşeyi siktir ettim boş konuşsun ona da razıyım! Hay benim dertli başım! 

Artık son çare yapacak bişey yok. Vodkaları getirdim saçma salak muhabbetten birisine girdim. Hatunun yüzü biraz asılmış o sırada. Konuşmalarda falan biraz tripli gibi geldi. Bi terslik var sanırım diye düşünmeye başladım. Acaba yanlış bişey mi dedim? Yoo bişey de demedim ki. Bende sevmem öyle asık kadın suratı dedim "biraz şakalaşayım da hani keyifi yerine gelsin" derken o sıra sanırım 23 dakikalık canlı perfomans sergileşim bulundum. Yaktım ardından bi sigara ve dedemin lafı da aklıma geldi, "erkekle şakalaşırsan kavga, kadınla şakalaşırsan çocuk çıkar" demişti zamanında. Haklıymış. Üzerime bir ağırlık çökmüş haliyle yavaştan yavaştan uyku yapıyor.
- Eee?
+ Ne eee?
- Nasıldı?
+ Efendim?
- Şey diyorum ya?
+ Yan etkisi uyku yapıyor galiba.
- Ahaha... Yarın ne yapıyorsun?
+ (Dur lan hatun çözüldü sanırım? Olabilir mi? Soru sormaya falan başladı.) İşim yok.
- O halde bizim oraya gidelim kalkınca kahvaltıyı orada yaparız.
+ Olur tabi neden olmasın (Yırttım lan! sabah sabah kahvaltı sorunu aklımdaydı)
- Bak ne diyecem...
O hoooo hoooo! Ama canım artık çok geç. Benim sistemler shutdown oldu, senin çenene vurdu. Ben artık sen ne dersen he he he diyecem? Bir taraftan da bastıran uyku modu var... Hiç bu tarafını düşünmedin mi bu saatte kadar, şimdi mi aklına geliyor çenenin açılmadı be kadın! Hiçbir erkek şu saatten sonra muhabbete giremez. Genimizde yok. Şu durumda ancak tekrardan sevişme olayı erkeği harekete geçirir, o da mecburiyetten. Erkek "yorgunum" diyemediği için gurur yapıp sevişirse ancak ayakta kalır. Ama onun içinde hatunun duruma el atması gereklidir...
- Olur mu?
+ Pardon ya dalmışım. Tekrar söyle.
- Dinlemiyor musun beni?
+ Uykum geldi var.
- Offff. Ama demin çok iyiydin. Hiçte uykun yoktu.
+ Teşekkür ederim iltifatın için ama sonuç olarak uyku odaklı bi performans.
- Ama hemen uyuyorsun..
Al işte! Ya nolcaydı? Yıllardır da hep bununla suçlanıyorum zaten "hemen uyuyorsun" la nabacaz la uyumayacaz da? Uykum geliyor yani doğal olarak uyuyorum. Anam avradım olsun kişisel değil ya! Ki zaten sabahın 7'sinden beri ayaktayım! Ama gel de anlat işte. He birde zaten duruma el atarsa "yorgunum" diyemediğimden dolayı mecburen canlanacam yoksa sabah bıraktım kafamda.

Neyse hep sağıma yattığım için istemeyerekte olsa arkamda kaldı. Keşke kalmaz olaydı. Ensemde bir nefes bi taraftan konuşuyor ama bir taraftan da burnuyla sıcak hava üflüyor. Kıpırdanıyorum, kafamı eğiyorum büküyorum nafile. O nefes illaki ensemi terletecek. Birdi, ikiydi, üçdü derken artık sıcaktan patladım. Sabredebildiğim kadar sabrettim ama en sonunda "Off Yeteer!" dedim kalktım. Kim dayanabilir enseye sıcak sıcak üflenen nefes! Ki yatakta en gıcık eden hatta en rahatsız eden şeydir enseye sıcak nefes! Bende içerisi daha serin ve ensemdeki sıcaklığı kurutması için kalktım içerideki kanepeye gittim. Açtım televizyonu bakınıyorum öyle elimde kumanda televizyonda kuşlu, aslanlı, ayılı belgesel var... En son hatırladığım buydu. 

Geçen Gene Terk Ediliyorum #2
Sabah kalktım tv halen açık, sesi varla yok arasında bi düzeyde, güneşte camdan sızıp ayaklarımı iyice ısıtmış ki kan ter içinde uyandım. Gece nasıl, hangi ara içim geçmiş anlamadım. 30 saniye kadar sonra hatun aklıma gelince direk ayıldım koştum odaya ama nafile. Aferin yatağı falan toplamış dümdüz yapmış takdir ettim. Birde not bırakmış;
Gece zaten anlamalıydım "seninle ne yapacam" demenden belliydi. Gece çok güzeldi teşekkürler ama alacağını aldın sonra beni hiç dinlemedin bile. Hep salladın, hep geçiştirdin. Birde üstüne kalktın gittin içeri yattın. O kadar mı çekilmez biriyim? Ben o kadar konuşkan değilimdir tamam ama senin beni anlayabileceğini düşünmüştüm. Hepiniz aynısınız! 
Birisi notun mealini açıklarsa sevinirim...


27 Nisan 2012 Cuma

Kadınların Pazarlık Payı

Dur dur öyle aklından geçen pompaya dayalı pazarlık anlayışı değil. Alım satım işi değil yani. Kadınlar erkeklere göre daha sayısal varlıklar olduğundan dolayı bu pazarlık işlerini erkeklere göre çok daha iyi yapıyorlar. Herhangi bir erkek alışveriş sırasında pazarlık yapmayı sever. Yapmayacağı varsa bile sırf o muhabbeti sevdiği için girer pazarlığa. "Abi en son kaça olur? yabancı değiliz" vs diyerek giriş cümleleriyle başlasa da zaten herhangi her daim kazıklandığını anlaması bir yada iki gününü alır. Pazarlık sırasında ürünün fiyatını en alt seviyede tutar. Mesela 100 TL'lik bir ürüne vereceği ilk pazarlık fiyatı "bunun oluru olsa olsa 60 hadi bilemedin 70'dir." Burada esas verilmek istenen 70dir. 60 etmez ama 70 vereyim şeklinde garip bir ters psikoloji uygulanır. Sonrasında "abi naptın ya? 90 bize gelişi 10 tl karla satıyorum" falan fişman derken en ucuz 85'e kapatılır olay. Erkeklerin maksimum pazarlık anlayışı bununla sınırlıdır. Kadınların pazarlık anlayışı buna benzese de yer yer çirkefe yatıp malı bedavaya aldığı bile bilinir. Ama konu bu değil zaten.

Bir erkeğin yapabileceği en fazla pazarlık bir alışveriş sırasında olur ama kadınlar bunu hayatına yaymayı becerebiliyor. Dedik ya kadınlar sayısaldır diye bundan kaynaklanıyor işte. İşte bu sayısallıklarınıda en güzel şekilde değerlendirirler. Ergenlik ve ergenlik sonrası dönemlerinde sürekli pazarlık paylarını en hit seviyede tutarlar. "Adonisli olacak erkek dediğin" kendi 1.60lık boyuna bakmadan "erkek dediğin 1.85 en az olacak, esmer, kirli sakallı" vs diyerek biscolata erkeği tabirini arar dururlar. Etrafındaki kadınlara sürekli böyle şeyler söyleyerek fişteklerler. Ee kadınlar arasında rekabetten "o isterde ben isteyemez miyim yelloza bak yeeaa" diyerek bu sefer farkında olmadan bir domino etkisi başlar. En sonunda çağımızın hastalığı diye tabir edilen "adonis etkisi"ne girerler. Bu hastalık kadınlar arasında kıskançlıktan/kıskandırma istediğinden kaynaklandığını düşünürsek gripten bile daha etkilidir. 

Ama işin trajik tarafı burada başlar. Bunca "adonis himayesi altında" olmasına karşılık memlekette talebi karşılayacak kadar olmadığında dolayı "lan hiç yoktan esmer, kirli sakalı olsun boyuda siktir ettim" diyerek içten içte ağlaya ağlaya hedeflerden uzaklaşılır. Boy uzunluğunuda aradan çıkartmıştır. Çünkü memleketin standartları uzun boylu değildir. Aradan geçen 5-6 seneden sonra halen aranan standartlarda birisi bulunamamışsa "sakalı olsun bari" demeye başlanır. Artık en sonunda esmer, beyaz bmw'li ve 1.73lük bir prens gelir. Prensin direksiyon başına oturduğunda vakfıbekir ekmeği gibi olan göbeği göze batsa da sorun olmaz. Kirli sakalı yoksa alttan alttan imalarda bulunulur "tatlııııım şöyle bir hayal ettimde sana kirli sakal... Offf diyorum" gibisinden. Prens tabi alınan gazla ya kirli sakal bırakmaya başlar yada çıkmıyorsa bile hayatının hatasını yaparak yüzünü kuru kuru jiletlemeye başlar. -zavallım- Hele kadının rekabete girdiği "arkadaş"larının sevgilisi yok yada boyları daha kısayla değmeyin o kadının keyfine. Dünyalar onundur.

Evde kalmış ama halen inatla hedeflerinden vazgeçmemiş canlı örneklerini görmek isterseniz evlendirme programlarında "almanyadan, hollandadan, isviçreden olsun benim olsun"  diyenleri takip etmeniz yeterlidir.

Tamam erkeklerde ister güzel "at gibi" tabirinin kullanıldığı geniş kalçalı ve 92 civarında göğüsleri bulunan kadını. Ama erkekler pazarlık anlayışını bu kadar hayatına yayamaz ve kadınlar gibi böyle çıtayı yüksekte tutup kademe kademe indiremez. Buna kabiliyeti yoktur. Genelde direk normal alışveriş pazarlığı yapar gibi en alttan başlar ve hatta en fazla "Abi valla sıkıldım ya... Eve gidince önüme bir tas çorba koysun yeter" ile kısıtlıdır.

Not: Adonis var evet ama henüz bmw yok. hep görüp yapmak istemişimdir yazının şarkısı zımbırtısını. buradan ulaş istediğini seç yazının şarkısı için.