yazilar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yazilar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Eylül 2015 Perşembe

Sana "Kişisel Gelişim" değil, "Kişisel Dönüşüm" gerekli

+ Sizli bizli konuşmasak? Sen'li Ben'li konuşsak? 
Artık çok sıkıldım kişisel gelişim sözcüğünden ve oradaki çalışmalardan da, çabalardan da. Çünkü yeni bişey söylenmiyor ve söylenemez de... Kişisel gelişimde hep bir şeyleri üstüne koymaya çalışırsın. Kendini değerli kılabilmek için "değerli olabilmen için bunu yapman lazım, şunu yapman lazım" cümlesine inandık durduk...

Yıllar yıllar evvel söylendiği gibi "Ya görüldüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün."

Doğduğun andan itibaren hepimiz bi'şeyler olmak zorundayız. Biz aslında mutlu doğuyoruz ama bizim üzerimize yüklenen bir takım şeyler; mutlu olmak, başarılı olmak için bunu şunu yaplar bize mutluluğumuzu unutturup, mutsuzluğa yolculuğa çıkartıyor... Ailemizin, toplumun, çevrenin koyduğu beklentiler var. Ama içeriyi halletmeden dışarıda bulabileceğimiz bir şey yok. Yani ilk önce benim ne olduğumu bulmam önemli. Çünkü sen her gün ilk önce, olduğun gibi olduğun için çok değerlisin. 

"Okul notların iyi olacak, güzel kız olacaksın, büyüklerinin yanında çok konuşmayacaksın, avukat, doktor, mühendis olacaksın sen, ne balerini saçmalama... vs vs." Dolayısıyla hepimizin aslında hayalleri çocukluk yıllarında öldürüldü. Ve sonra kendinden uzaklaştık. Düşünsene sanatçı ruhlu bir çocuğun bankacı, finansçı olduğunu?

Bugünkü temel eğitim sistemi çocuğun yeteneğine, psikolojisine göre dizayn edilmediğinden dolayı yok edici olabiliyor. Ve aslında bu çocuklarda toplumun bir kopyasını yaratıyoruz. Toplumun beklediği çocukları yaratıyoruz. Bi nevi onlar safken baya baya hayallerini kirletiyoruz.
Yeni bin yılda artık kristal çocuklardan bahsediyoruz. Yani x-y-z kuşağının da sonuna geldik. Eskiden 20-25 yıl dediğimiz bir jenerasyon derken artık neredeyse 3 yıl bir jenerasyona kadar indi. Artık insanlar gerçekle sahteyi net olarak ayırt edebiliyorlar. 
Sen hep değerli olmak için bişeyler yapmak zorunda olduğuna inandırıldın ve bunun için belki de çırpınır hale geldin. Ama asıl olumsuz sonuç, kendinden uzaklaştın. Başkasının olmasını istediği kişiliğe ilk adımını attın. Vicdan anahtarın başkasında değil kendinde olsun. Yani senin güzelliğine, doğruna, iyine, yanlışına sürekli olarak çevreye göre bakarsak; sıfır beden mi olmak gerekli güzel olmak için? Aynaya baktığımda Kıvançla, Kenan'la mı kıyaslamam gerek? Komşu tavuğuna bakmaktan vazgeç artık. 

Ben/sen niye kıymetliyim/kıymetlisin? Kıymetli olabilmek içinde kendimize bir şeyler katmamız gerekiyor. Tabiki de kattığımız şeyin bana ait olması çok önemli. Benim hamuruma uygun olması çok önemli.

Bir tane hayatın var ve ÖLECEKSİN!

Bir günde kaç farklı kişiliğe bölüne biliyorsun? Aile, iş yerinde iş arkadaşları, müdürler, spor salonunda hoş görülmek istediği kişi, sokaktaki arkadaşın, sürekli gittiğin kafe de, sanal ortamlarda vs. vs. sen nerdesin? Yorulmuyor musun? Bu demek değil ki; Hep ben kendim mutlu olayım, hep benim dediğim olsun, sadece ben, ben, benden başkasını umursamayayım, ben egosu değil demek istediğim.
Seni gerçekten sevenler, seni olduğun gibi sevenler. Onlara verdiklerin için sevenler değildir gerçek dostlar. 

Alışılagelmiş sistem tıkandı. Şehir yaşamında genel olarak baktığımızda mutsuzuz ve metroya inen çıkan, çalışan yüzbinlerce insan "hep bişey eksik." diyoruz. O eksik olan şeyi, dışarıdan bişeyleri alarak, bişeyler olmaya çalışarak doldurmaya çalıştık ve "bazen" değil "çoğu zaman bana ait olmayan bir hayatı yaşamak zorunda kaldık." Bu yüzden MİLYONLARCA insan neden evlendiğini bilmeden evlendi. Onlardan bir taneside ya sensin ya da evleneceğini duyduğunda şaşırdığın okul arkadaşındı. Dolayısıyla bu sıkışmışlık al, al, al, ol, ol, al al bişey ol,
"Hadi ev alalım mutlu olacam,
Çocuğum büyüsün mutlu olacam,
Mürvetini görelim mutlu olacam,
Emekli olayım mutlu olacam" sonra öldük yaşam bitti. Eee geriye dönüp bakıyorum ne yaptım? Ne kaldı geriye? Senin hayallerin var, benim hayallerim var, etrafındaki herkesin hayalleri var. Her biri değerlidir. Ama bugün bir insan para kazanamıyorsa başarısız mıdır? Ya da yaptığı şey istediği yerlere gelemiyorsa başarısız mıdır? Belki de o yaptığı şeyi yapıyor olması, o yolcuğulu yapıyor olması çok daha değerlidir? O yüzden her insanın hayalleri de, istekleri de değerli. 
Ama biz ne oluyoruz? 
Eğer müdür olmuyorsan iş hayatında başarısızsın!
Eğer o arabayı alamıyorsan olmamış!
Ve çırpınıyoruz bir yandan...
Son zamanlarda o kadar çok "kişisel gelişim" sözcüğü ortaya çıktı ki ama hayat yaşayarak öğrenilir. Yaşam, yaşayarak öğrenilir. 
Ama biz ne arıyoruz?
Birisi bana 10 adımda aşkı anlatsın.
5 adımda mutlu olmanın formülünü versin. 
Onu yapayım, şunu yapayım ama şöyle düşününce mutlu olayım... Böyle bişey yok. Hiç bir zaman da olmayacak! Her birimiz yüreğimizdekini gerçek kıldığımızda gerçekten yaşıyoruz ve gerçekten mutluluğu bulmuş olacaz. Bana ait bir hayatım olduğumda. Ki etrafa baktığımızda, insanların hala din dil ırk zengin fakir ocu bucu şucu demesi halen bulamadığımızın da kanıtıdır.
Ve bu olay sevgi açlığını doğuruyor.
Tamam hadi gidip mandıra filozofu olalım demiyorum ama sakinleşin biraz... Muhteşem bir sistemin muhteşem bir parçasıyız. Yaradının bir parçasısın ve insanı seveceksin yaradandan ötürü. Çok ulvi uhrevi bişeyden bahsetmiyorum esasında, çok daha basit; hadi insan olalım. İnsana yakışanı yapmaya başlayalım;
İnsanlar artık asansörde "günaydın" bile demiyorlar ya da sokakta durgun birisini gördüğünde "nasılsın bugün" demek...
Ama bunlar bile artık "erdem" gibi algılanmaya başlandı. Öyle bişey ki yolda yaralı bir hastaneye götüren bir insana "erdemli bir insan" demeye başladık. Bu hale geldik. 
Selamsız sabahsız bandosuyuz. Burunlar yukarıda, sürekli olarak gülümsemeyen ama akıllarında sosyal medya hesaplarındaki like ve yorumları düşünenler topluluğuna dönüştük.

İnsanların üzerine çok yük bindirmeyin! Değişmeyen gerçek hepimiz ölecez! Ego dediğin şey de bu hayata varoluşu anlamlandırmaya çalıştığın nokta. İşe ayakların ters ters gidiyorsa, evliliğin artık herşeyini kaybetmişse sevgi ve saygı bile gidiyorsa artık bişeylerin değiştirilmesi gerek. Ama biz istiyoruz ki "o da dursun bu da dursun. Hiç bir şeyden vazgeçmiyeyim." Peki soru şu; Sen niye yaşıyorsun? Gerçekten şu an yaşadığın hayat, senin istediğin hayat mı?
Bu neden oluyor biliyor musun?
Daha ben hayatta ne yapacağımı bilmiyorum,
Daha ben kendim olamamışım,
Daha ben kendi yol haritamı çıkartıp yürümeye başlamamışım ve bir ilişkiyle belki de "yara bandı yaparak o ilişkiyi" aradıklarımı, bulmak istediklerimi o ilişkiden bekler hale geliyorum. Yani daha birey kendisini bilemiyorken, bir başkasıyla ortak bişey yaratmaya çalışıyor.
"Yaş oldu 22-23 artık birini bulalım, artık bir ilişkim olsun" diyerek belki de o filmlerde, dizilerde, kitaplarda okuduğumuz, izlediğimiz, istediğimiz şeyleri bir insanın üzerine yapıştırmaya çalışıyoruz. Sonra da onu olduğu gibi kabul etmiyoruz.
Aşk evliliği ironik bi laf gibi.
Aşk; beklentisiz olan. Herşeyi kapsayan, Özgür.
Evlilik; yaşı benden büyükmü küçük mü?
Önceden evlenmiş mi boşanmış mı?
Nasıl para kazanır?
Kimlerdendir?
Oraya bir liste konulmuş ona uyan insanla evlenmeye doğru gidiyorum aslında. yani bu hesap kitapla, bunu sorgulayarak.



Biz söyleniyoruz ama yapmıyoruz! Kocam için söyleniyorum, karım için söyleniyorum hatta aldatıyorum, ama o evliliğin düzelmesi için hiçbir şey yapmıyorum... Düzenden ve değişimden çok korkuyoruz. 
"Çok yoğunuz birbirimize zaman ayıramıyoruz" lafı da büyük yalandır. Hatta bu birbirlerine söyleyip inandırdıkları yalandır. 5 saat avm gezmek, ya da 10 saat piknik yapmak bu paylaşmak değil ki.

Çözüm için sorulması gereken soru, Biz niçin beraberdik. Öncelikle iki ayrı varlığız bunu kabul etmem gerek... Onunda zevkleri, hobileri, hayattan beklentileri var. Olduğu gibi kabul etmem gerek. Onun yanında duvarları kaldır. Film izlerken ağlamak istiyorsan tutma. Zayıflıklarını ona göstermekten korkma. Aynı yatağı paylaştığın insana aç artık yüreğini her şeyini paylaşabilmen lazım. Zayıflıklarda insanları birbirine bağlar...
Eğer bunu yapmazsan rekabet doğuyor. Mesela birisi daha çok para kazanıyor, küçük bişey oluyor bu niye burda duruyor burada durmuyor, bunu yutuyorum mesela görmezden geliyor, yada aman sorun çıkmasın diye görmezden geliyor... birikiyor... 

Çok lüks bir arabaya binmek için çocuğunun, karının zamanında çalıyorsan, sevdiğim şeylerden vazgeçmek zorunda kalıyorsam, gece huzursuz uyuyorsam ne önemi var? Son model arabalar kapıda dizili olsa ne olacak ki gece huzursuz yatıp, sabah endişeyle uyanıyorsam. Neyle neyi satın alıyorum. Hayatta gerçek ustalık işte bu sadeleşmek. Kolay değil ama böyle ekildik, böyle büyüdük; yap başar! Sen en iyisi sakinleş biraz...
Önemli olan şey konuşmak... ayrılmaktan ve kaybetmekten korktuğumuz için konuşmuyoruz. Madem bu kadar korkuyorsun o halde korkunun güzel tarafıyla yaşamaya çalış. Farzetki mükemmel bir ilişkinin ve sevginin içindesin, deliler gibi aşıksın ama şunu iyi bil ki yarın sabah gidebilir. Bu kötü bişey değildir, iyi tarafı şudur. Hiç bir şey cepte değildir, garanti değildir. Garantisi olanın cazibesi yoktur. Bugün bir cep telefonu alıyorsun ilk gün üstüne jelatini yapıştırıp bi hafta cebine sokmuyorsun, 1 ay sonra oraya buraya fırlatabiliyorsun. Yani şu yarın bile gitme ihtimali var ya onun için bugün ona sevgini göstermeliyim. bugün dokunmalısın, bugün sarılmalıyım. bugün paylaşmalıyız. Yarın olmayabilir çünkü, hiç bişey olmazsa birimiz ölebilir... Biz nasıl olsa geleceği garanti gördüğümüz için sallıyoruz. İşte anı böyle yaşa. 

Yani illa şu mu olmalı? Tanışmalıyız, aynı frekansta mıyız bir takım testlerden geçmeli miyiz? 
İllaki insanlara bişey verebilmek için, insanları değerli görebilmek için kulplar takmayıp, etiketler takmayalım. İnsanların kol saatine bakıp, kıyafetine, semte, dilini, lehçesine bakıp "ha bu o dur, bunlar böyleler" demesen? Önce insansan, karşındaki insanı olduğun gibi görebilmen...

Herkes şunu unutuyor, karşındaki de ben gibi insan. Onun da korkuları, yalnızlığı, hırsları, ailesinin beklentisi var. Hepimizi aynı şeyi yaşıyoruz. Biraz empati hepimizi rahatlatır. Mesela karşımdaki ters bir hareket yapar ya da benim üstüme çok gelir vs. vs... Ben bunu kişisel algılamam, çünkü belki bu sabah bişey yaşadın? Belki onunda canı sıkkın? Durduk yere kafana stres sokmaya gerek yok.

Sahip olduğumuz şeyler doğrultusunda değer kazanmazsınız... Öyle sanırsınız.
Unvanlarla hayat güzelleşmiyor... Adın unvanının arkasında kalıyor ve zamanla yüzüne taktığın maske oluyor.
Hani yere göğe sığdıramadığımız kişisel gelişimden bahsediyoruz ya, edebiyat, sanat, felsefe falan olmadan hiç bir yere gelişemezsin. Sana kişisel gelişimden önce kişisel dönüşüm lazım!
Başkalarının istediği cümlelerini değil, kendi cümlelerinizi kurun...

19 Ocak 2015 Pazartesi

Boğazımı temizlemem gerekli...

Buralar baya değişmiş.
Bi'şeyler olmuş.
Belki de buraları biraz toparlamak lazım.
Ama öncesinde boğazımı temizlemem gerek.

22 Haziran 2012 Cuma

Geçmişin İstanbul'unda Ayasofya

ayasofyanın mimari planıHastalıkta bazen bişeyler öğretebiliyor. Yazın göbeğinde nezle olup üstüne birde diş ağrısı piyangodan çıkınca eve kitlenip kaldım geçenlerde. Dışarıda mis gibi hava, akşam üzerine esen hafif rüzgar... Evde sıkıntıdan patlamamak elde değil. Hal böyle olunca bende kendimi bişeyler izlemeye verdim. Taa ki izleyecek bişey bulamayana kadar. Ara verdiğin diziler, sonra izlerim dediğim filmler... Hiçbirinden bişey çıkmayınca harici harddiskteki film arşivine yöneldim. Orada da tık yok. İzleyebileceğim şeyler arasında sadece arşiv olarak "kalsın ya" diyerek tuttuğum belgeseller mevcut. Doğa'nın güçleri yazan belgeseli açtım. Baya baya umutsuzca... (buraya bir parantez açıp söylemek isterim ki, arşiv olarak belgesel topluyorum ama izlemeye gelince tırt. dizi olsaydı itiraf edeyim ki diziyi izlerdim herkes gibi)  3-5 dakika derken adamlarım belgeseli ister istemez içine çekiyor seni. Kasırga, Rüzgar vs. derken konu depremlere geldi. Adamın teki 99 İzmit depremini 3 yıl önceden bilmiş. Tahmin diyelim. Çünkü fay hattının aynı San Francisco'da bulunan fay hattıyla anıymış. Velasılkelam adamın maksadı eğer buradaki hareketleri öğrenirsem ona göre memlekette uygularım. Roma imparatorluğundan bu yada roma imparatorluğundan bu yana olan bütün depremlerin yönünün saptayarak 99 izmit depremini önceden tahmin etmiş. (Ama konumuz bu değil bu deprem olayını sonradan yazacam elbet) Zaten konumuz bu değil. Bunca  deprem görüp, bunca eski bilginin öğrendiği yer Ayasofya, Kutsal bilgelik..

ayasofya belgeseliYapılış sebebi bile şiddetmiş. Roma imparatoru Justinyen zamanında bi'nevi sağcı solcu çatışması mevcut. Bunun yanında yüksek vergi falan derken birgün halk galyana gelip isyan eder. Ortalığı yakıp yıkarak tabiri caize amuğa koymuşlar. (Nika ayaklanması) Etraf yanıyor, toz duman derken bizim Justinyen için bi fırsat geçiyor eline. O zamanlarda ne kadar büyük yapı yaparsan gösteriş ve gücü simgelediği için (bugünde sürekli yapılıyor gerçi) hemde halkı oyalayacak bir şey olur hesabı, iki Trabzonlu olduğunu düşündüğüm adam buluyor ve "yapın buraya devasa bir katedral" diyor. (Esasında ayasofya 1-2 ve 3. dönem yapılışı olarak ayrılır) Bunlar mimar değil de o dönemin mekanik mühendisleri denebilir. Yani bu döneme göre hani şu bazen izlediğimiz mühendislik harikaları serilerindeki kişilerden. Pratik zekalılar bir çeşit deneysel mimari işte. Bu iki süper zeka elleri mahkum tamam diyor fakat 5 yıl içerisinde halledilmesi gerekli her şey. Hemde o devirde... Gel zaman git zaman ana kolonlar yerleştiriliyor ama devasa kubbeyi taşıyamıyor ve kolonlar yanlara esniyor. Başlıyor yavaş yavaş yıkılmaya. Bu seferde bizim Trabzonlu müteahhitler akıllarına gelen cınyıs fikirlerle yapıyı ayakta tutmaya çalışıyorlar. Oraya eklenti, buraya eklenti derken bazı sorunlar geçiştiriliyor. Ama iş işten geçti bi kere, bazı payanlar artık yarım daire değil ve kubbe yapının üstüne yayılıyor...

ayasofya belgeseli
Velhasılkelam yapının 6 yılda bitmesi ve 20 yıl aradan sonra kubbenin çökmesini... Çöken kubbenin tekrar yapılışının 4 yıl sürmesini... Hatta Pozoyana tuğlalarının suda yüzebilecek kadar hafif olduğu halde, tuzsuz nehir kumu ve kireçten harçlanarak oluştuğu için bunun kalsiyum silikat etkisinin olup yani çatlasa bile kendi kendisini onarabildiğini... Bazı sütun ve kirişlerin günümüzde bile yamuk durduğunu... M.S. 500. yy'da depreme dayanıklı kolon/sütunların nasıl yapıldığını görmek istiyorsanız aşağıdaki Belgeseli izleyin...

Ben böyle böyle böyle bir belgesel var izleyin deseydim bok izlerdiniz. Belki biraz merakta bırakmışımdır da izlersiniz. Sıkıcı değil tam aksine süper ötesinde sürükleyici geldi bana...





19 Haziran 2012 Salı

Yal(ın)ızlık Tek kalmak değildir.

Mektubun Ön Yüzü

Kimi görsem, kime baksam, kimi dinlesem, kimi okusam yalnız. İstatistik tutsaydım sanırım her 4 kişiden 3ü tek başına bir ağlak modda. Ortak dertleride "Beni kollarına alacak sarıp sarmalasın olmadı kucağına alsın..." vs. vs. Hee birde ileti ve tweetlerden eksik olmayan aforizmalar. Hiç olmadı şu son zamanlarda yeni moda olan fotoğraf üzerine alt, orta, üst yazılı zımbırtılar. Hadi o da olmadı film kareleri, iki külahlı dondurmalar...

Tedavi görmesi ve bir an önce sevişmesi gerekenler ise sürekli çocuk patikleri, yakışıklı bir adamın kucağındaki çocuklu fotoğraflar vs. vs... paylaşan kişiler. Lan ölüyorsun sevgili sevgili diye ne çocuğu? Ne patiği? Artık yalnızlıktan saçmalamanın doruk noktası. Neymiş efendim "topluluk içinde bıdı bıdı..." "kimse beni anlamıyor bıdı bıdı" "Çevremdeki dinlemiyor...." Ya bırak allasen ya. Sırf laftasın amk! Başın belaya düşünce direk yardım istiyorsun vs... Kararlarını verirken ona buna soruyor doğruyu bulmaya çalışıyorsun... Her gün evine giriyor ve ailenle birlikte yemeğe oturuyorsun. Tatile planlarını samimi arkadaşlarınla birlikte gitmek istiyorsun.... vs. vs. Ama lafa gelince sırf aforizma için yalnızım diyorsun... Tamam ya yalnızsın amk!

Eğer tuvalete girdiğinde kapı yada telefon çalıp çalıp devam ediyor ve sinirin bozuluyorsa, şarap aldığında bardak kullanmak yerine şişeyi kafaya dikiyorsan, yattığında bacaklarının arasına yastık alıp uyuyorsan, balkonda unuttuğun patates ve soğanların yeşermişliğini hissediyorsan, manavda, reyonda kişisel seçimlerden dolayı arda kalan soğan, patatesler gözüne çarpıyorsa, hasta olduğunda tavana bakıp hayaller kuruyor ve bundan saatlerce sıkılmıyorsan vs. vs. yalnızsın demektir...

Belkide kimse kendisine şans vermediği için bu kadar yalnız? Bir kere olsun "evet" dese belkide kurtulacak. Ama bazı götler o kadar yüksekteki yalnızlığa mahkum. Daha doğrusu yalnızlık üzerinden laf salatası yapmaya mahkum. Çünkü bazı arkadaşlar iki sevgili arasındaki boşluğu yalnızlık zannediyorlar...

Mektubun Arka Yüzü

Yalnızlık bazen bildiğini okumaktır. Kendi doğruların uğrunda yürümektir. Belki yanlış belki doğru... farketmez, bunu yapmak istediğin için yapmaktır yalnızlık. Hayatta yapmak istediklerini yapmışındır, bazen şansın yaver girmiştir bazende zorlamışındır şansını... Sonrasında olanları düşünmeden, belkide sonrasında olanlara katlanırcasına...

Yalnızlık bazen uğruna emek harcayıp kazandığın şeyi ardından "eee şimdi ne olacak?" demektir. İçinden geleni yapmışındır ve bitmiştir. Olayların geçtiği zaman sürecinde görmüş, yaşamışındır herşeyi ama sonuna geldiğinde sakinlik, ginginlik vardır üstünde... Sorarsın kendi kendine... "ya şimdi?" diye.

Yalnızlık bazen kaderdir. Çocukluğundan beri bişeyler ters gitmiştir. Ya da öyle yetişmişindir ama aklın başına gelene kadar farkında olmamışsındır. Belkide istemediğin halde seçmişindir yalnızlığı... Zorunda kalmışındır...

Yalnızlık bazen ansızın çıkıp yürümektir. Gitmek... Hemde dilediğin yere engel tanımaksızın. Koşulları düşünmeksizin... Canın istemiştir ve gitmişsindir. Ankara, İzmir vs. yollarında bulmaktır kendini. Hele ki işleyen düzenin aksine, hafta içi gibi bir zamanda olursa fark edersin hayatı... Yaşamayı... Özgürlüğü...
M: siz hiç terkettiniz mi?
K: yani ardında bırakmak terketmekse belki ama, hiçbir zaman geri dönmemek üzere gitmedim.
M: tabağınızda yemek bıraktınız mı usta?
K: arkanızdan ağlar diye korkuttular bizi. bu yüzden hep bıraktık. çünkü isyan vardı hep ruhumuzda. en sevdiğimize bile. o yüzden hep sevdiklerimizi öldürdük zaten.
M: şimdi devam mı ediyoruz yani?
K: insan başka kimi öldürebilir ki sevdiğinden başka.
M: karşı taraf da bunu bekler yani?
K: karşı taraf da bunu ister, o yüzden kusursuz değildir hiçbir cinayet.
Yalnızlık bazen sevdiğini öldürmektir. O'nun hayatında olmasından memnunsundur esasında ama içeride bir yerde senden aldığı şeyler vardır. Seni kitler... Seninle adım atmak yerine seni sabitler. Gün gelir zincirlerini kopartmak zorunda kalırsın. Gidersin. Ama belkide bu bir gidiş değildir. O'nun orada kalmasıdır?

Yalnızlık bazen karabasanla mücadele etmektir. O kadar tek başınasındır ki günlerce kimseyle bile konuşmaya bilirsin. Yalnızlıktan konuşamazsın. Yeri gelir sadece bakkalla alış-verişindir diyalogların... Gece yatağa girersin, duvarlar üzerine çoktan yıkılmıştır zaten. Uyumadan önce karabasana seslenirsin "bu gece vaktin varsa gel" diye. Kendini umarsızca kollarına atarsın karabasanın...

Yalnızlık bazen iki güzel göğüsün arasında bulunmaktır. Belkide iki güzel kadının ortasında uyumaktır. Umursamazsın, belki bir daha hatırlamazsın bile. Kimisi için büyük bir şans olarak gözükse de o an bile "hepsi buymuş demek ki" diyebilmektir.

Yalnızlık bazen gideceğini bildiğin halde bir kadına "hoş geldin" demektir. Seni kişiselleştirir bir süre ama aklındadır hep başladığın nokta... Yani son nokta... Zamanı gelince masadan kalkan kadının arkasından bakarsın... Hayatında değişen bir şey olmaz. Kaldığın yerden devam edersin.
Bi arkadaş derdini anlatırken "inanmazsın kimse beni anlamıyor çok yalnız hissediyorum kendimi" dedi. Ben kendi yalnızlığıma inanamazken bir başkasınınkine inanmak zor oluyor. Çünkü kelimenin tam anlamı ile yalnızlık kelimesi bile yalnızlığımın yanında yalnız kalırken, seninkini anladığımı söylemek hakikaten bana haksızlık olur.
Yalnızlık bazen eğlencedir. Patırtı kütürtü olmadan sakin sakin. Kimsecikler yok. Belkide elinde bir bardak içinde vokta... Yada sevdiğin herhangi başka birşey. Keyfin yerindedir ve mutlusundur. Senin için yeterlidir. Keyfine bakarsın o anın. Nefes alıp verirsin bol bol... Tasvir edilirken duvar dayanıp ağlayan kadın/erkek fotoları değildir yani yalnızlık...

Yalnızlık tek kalmak değil, tek başına yürümektir...






12 Haziran 2012 Salı

Tavuk Rosto Hayali

Bana göre daha doğrusu benim en kolay ve pratik yaptığım yemekler arasındadır tavuk kızartması, sote yada haşlama veya artık sen ne diye adlandırırsan. Çünkü ben pek bi isim veremiyorum. Neyse geçende -üzerinize afiyet- öküz gibi acıkmışım açtım buzluğu donmuş hazır tavuk butlarını çıkarttım. İşin en meşakatli kısmı buzunu çözdükten sonra üzerindeki derisini yüzüp kemiği budundan ayırmak.. Yemeyi kolaylaştırmak amacıyla kemiği budundan gelende ayırırım. Neyse bir budu ayırdım ikinciyi ayırırken bu tavuğun olası hayatı  düştü aklıma;

Düşünsene tavuksun! Hatta civciv! Sarı sarı ortalıkta dolanıyorsun. Civciv gözünden bak etrafa çoğu şey senden büyük. Heidi'nin çiftliği gibi bir çiftliktesin. Sabahın köründe başlıyorsun cik cik gezinmeye. Kümesinden dışarı çıkıyorsun tepende kocaman beyaz bulutlar ve cam gibi havada parlayan güneş. Gözünün alabildiğince yeşillik bayırlar. İlerideki dağları görüyorsun tepelerindeki beyazlıklarla. Anne tavuğun ardından tek sıra yürüyorsun. Kardeşlerin arkanda veya önünde cik cik cik ede ede civarı tanıyorsun. Anne tavuk ne yiyiyorsa sende ona bakarak öğreniyorsun. Daha sonra ele avuca gelecek kadar olduğunda yaramazlıkların başlıyor. Kendisin büyük kümesin tepesine çıkabiliyorsun. Oradan yeşilliklerin üzerine atlarken kanatlarını çırpıyorsun. Bu senin ilk uçuş denemen! Belki kendini uçabiliyor sanıyorsun ama zamanla aklın başına gelip bir daha denemiyorsun bile. Bazen diğer tavuklar seni kovalıyor, 10-15 seri adım atarak kaçarken kullanıyorsun kanatlarını. Sonrasında duraksayıp demin kan ter içinde koşan sen değilmişçesine gene hiç bişey olmamış gibi gıdgıd edip otlanıyorsun. işte o an "ayağı kaldırımda sanan ama boşluğa basıp düşen kızın dramını, sonrasında hiç bişey olmamışçasına başı dik yürüyüşün" tattırdığı hissi anlıyorsun. Artık ergen bir tavuksun. Belkide aşık olacaksın yakın zamanda. Gözüne horoz kestiriyorsun. Daha sonrada yumurtlamayı öğreniyorsun. Her sabah 1-2 tane yumurtluyorsun. Çoğalmaya karar verdiğin ve gene yumurtladığın bir sabah üzerinden hiç kalkmıyorsun. Günlerce üstünde oturup sıcak tutuyorsun. Haftalar sonra yumurtalar çatlıyor yavruların başlıyor bağırmaya... cik.cik.cik... Onlara yol yordam öğreteceksin zamanla ama bunu için 1-2 günün daha var. Kendilerini yuvadan çıkartmaya uğraşan yavruları içeride tutmaya çalışıyorsun...

Derken telefonuma gelen mesaj sesiyle irkildim. Birden önümde duran çayı gördüm, bir elimle de doymuş karnımı sıvazladığımı farkettim. Bu da böyle bir yalnızlık anım... Deliriyorum evet.


4 Haziran 2012 Pazartesi

Bedava Pizza Yeme Yöntemleri

beleş pizza yeme yöntemi
Birazdan anlatacağım yöntemler denenmiş, aylarca uygulanmış ve %83.4'lük başarıya sahiptir. Öyle reklam falan değil -yada reklam olarak algıla çokta fifi- tam tersine amme hizmeti olarak genç bünyelere, öğrencilere, bekarlara... Pizza yemeyi seven herkese sunulan hizmettir.  Hoş ben pizzayı sevmesemde böyle bir yöntemi niye geliştirmiş bulundum bilmiyorum. Daha çok iskender vb. şeyleri tok olsam da gömerim. Neyse yöntemi Ankara Kolej'de - yani 96'lılar sitesi arkasındaki- öğrenci evinde hayat buldu sonra İstanbul'da devam etti. Bu yöntemlerde birkaç kritik nokta mevcut ve bu kritik noktalar beleş pizzanın can alıcı noktasını oluşturmaktadır. Bunlara mutlaka uyun. Yöntemler kasvetli gelebilir fakat 1 yıl boyunca kaldığınız üniversite vs. yerde bu yöntemi olağan akışında yapabilirsiniz. Birinci yöntem tutarlılığı pek olmasada ikinci yöntem sistemli iddaa kuponu gibidir ve en çok kullandığımız yöntemdir. Okuduktan sonra saçmalık olarak değerlendirebilirsiniz ama işe yaradı.

1- Gözlemleyip Abanma Yöntemi. (Tutarlılık %55-60)
1- İnternetten sipariş vereceğiniz sepet, -30 dakika kurallı olması şartıyla.-
2- Evinize en az 100-150 metre uzaklıktaki pizzacı. -Biraz daha uzun olursa daha iyi.-
3- Mümkünse, evinizin yolunun üzerindeki pizzacıyı her eve dönüşte önünden geçerken içeriyi gözlemlemek, içerisini bi kolaçan edip müşteri potansiyelini ölçmek.
4*- Pizzacının karşısında oturan arkadaş -tutarlılığı arttırır-
Yöntemin gelişimi pizzacının önünden ne zaman geçilirse geçilsin içerisini kontrol etmekle başlıyor. Kalabalık olduğu saatleri beyin bedava diyerek ya hafızaya atacaksınız yada 1-2 haftalık süreç sonunda kağıtta yazılmış halde bulacaksınız. Notlar alındıktan sonra ilk deneme için heyecan yapmayın çünkü kuryeleri işin piri olabilir ve şak diye kapınıza pizzanızı dayatabilirler. Çünkü 30 dakikalık siparişler öncelikli olarak hazırlandığından dolayı içeride müşteri varsa bile bekletilebiliyor. 
Püf nokta : 30 dakika garantili internetten siparişler her zaman öncelikli olacaktır.
Artık pizzacının sakin bir zamanında -bu gece olabilir o zaman daha rahat olur- sipariş vermeye pizzacıya gidilir. Kimi pizzacılar artık pizza hamurlarını müşterilerin görebileceği şekilde açık yerlerde yapıyorlar. Yani ustanın tezgahı ve hazırlanışını görebiliyorsunuz. Burada nasıl hazırladığına bakacağınıza kaç usta var ona bakın. -Bizim burada 2 usta harıl harıl çalışıyor- Genelde 2-3dür ve bu şekildedir. Ama kontrol edin. Olmadı siz sorun bişey olmaz. Sonuçta oradan yemek yiyeceksiniz sıkıntı çıkmıyor. Birde internetten gelen siparişlerin sıralandığı yapışkanlı aleti bulun ve liste sırasına bakın. O sipariş barkodu bizim can damarlarımızdan birisidir. Liste ne kadar uzunsa o kadar şansımız yüksektir. Bu bahsettiğim alet genelde kasanın hemen arkasında bulunan bölmede, el büyüklüğünde, yapışkanlı, sarkan kağıtlar çıkartır. Her kolaçan ettiğinizde 3-4 tane varsa şanlısınız.
Yöntemin uygulanışı...
Notlarınızı aldınız pizzacının haftanın hangi saatlerinde yoğunluk yaşadığını gözünüze kestirdiniz. Bir kaç seferde yoğunluk sırasında girip içeriyi kolaçan ettiniz ve artık her şey hazır. Yoğunluk sırasında pizzacıya gidilip aletten çıkan kağıtlara bakılır. 4-5 taneyse riskli olabilir ama 6dan fazlaysa hemen cep telefonundan yada evde bırakılan arkadaşa vasıtasıyla bol abidikli gubidikli pizza internetten sipariş edilir. Hele ki o an kasada 3-5 kişilik bir yoğunluk varsa 2-3 kişiden sonra siparişi vermek gerek... 
İnternetten siparişi verdiniz ve saat varsayalım 20:00 olarak gözüktü. İnternetten siparişiniz 3-4 dakika gecikmeyle o alete 20:04 olarak düşer ve isminiz artık orada yazılırdır. Ama size en geç 20:30'da gelmesi gerekmektedir. O kalabalık sırasında 2 usta bunlara yetişmesi zordur. İçeride bekleyen 5 kişi, alette ulaşması gereken 5 kişi. pişme süresi vs. Hele birde kalın hamur, ince hamur olayına girmişlerse yanlış gelebilir. Bizim için önemli olan internetten verdiğimiz siparişin gecikme durumudur. Bundan sonrası ustanın hızına bakar. Eğer usta yıllarını vermişse bu işe sıçtık. Kapıya dayanır o pizza.
Ama internetten verdiğimiz sipariş 1 dakika bile geçmiş olsa ilk yapılacak olan hemen sepetin canlı müşteri temsilcisi kısmına girip şikayette bulunmak. Yazacağımız şey "Merhaba x hanım. Bizim siparişimiz gecikti? nasıl yapsak acaba :) size zahmet bi kontrol etseniz :)" ardından x hanım siparişin merkezini arar ve durumu bildirir. O sırada pizzacı gelse bile "gecikti pizzanız bi arayıp kontrol edin" der ve o da pizzacıyı arar. Sepetten gelen direktif doğrultusunda pizzanız beleştir.

4*- opsiyonel seçenek hakkında
Eğer pizzacının karşısında oturan bir tanıdığınız varsa yoğunluk hakkında bilgi alıp benim gibi bu işi çok daha rahat halledebilirsiniz.

2- Sistemli Arkadaş Kuponu "Bi-nevi Sıralı Arkadaş Sistemi" (Tutarlılık %75-80)
1- İnternetten sipariş vereceğiniz sepet -30 dakika garantili-
2- Evinize en az 100-150 metre uzaklıktaki pizzacı. -Biraz daha uzun olursa daha iyi.-
3- Mümkünse, evinizin yolunun üzerindeki pizzacıyı her eve dönüşte önünden geçerken içeriyi gözlemlemek, içerisini bi kolaçan edip müşteri potansiyelini ölçmek.
4*- Pizzacının karşısında oturan arkadaş -tutarlılığı arttırır-
5- 2-3 Sıralı arkadaş sistemi...
6*- Sıralı arkadaş sisteminin eski adresi.
beleş pizza yeme yöntemi
İlk 4 kuralı hızlıca geçiyorum. Daha önceden mekanı süzmüşsünüz artık oradan siparişlerinizde birkaç defa 5 TL'lik pizzalara 20-30 TL bayılarak almışsınız ve hemen hemen ne kadar zamanda geleceğiniz biliyorsunuz. İç mekan düzeni, kaç usta sayısı hakkında bilgiye hatta gelen kuryeye bile aşinasınız. Yada değişik değişik gelen esmer, sarışık kuryeleri bile biliyorsunuz. Ama vize, final zamanındasınız ve hepiniz feysbukta twitterda takılıyor bir taraftan da açlığınızda mücadele ediyorsanız işte bu yöntem tam size göre. Açlık tak ediyor canınıza ve arkadaşlarınız ortak sohbete alarak hep birlikte iletişime geçiyorsunuz, ardından;
Yöntemin uygulanışı...
Pizzacının yoğun olduğu bir zamanda -aranızdan birisi oraya gidip kontrol etse daha iyi- hepiniz sepete giriyorsunuz aynı pizzacının linkine tıklayarak 3 arkadaş başlıyorsunuz keyfinize göre pizzanızı hazırlamaya. herkes tamam olduğunda,
Pizzacıya konum olarak ve ulaşım olarak en uzak olan arkadaş Post makinasını seçiyor ve kredi kartıyla ödeme yapacam diyerek siparişini veriyor. Bu sipariş varsayalım 20:00'da verilmiş ve 20:03,04 gibi pizzacıya ulaşıyor.
İlk siparişin 4 dakika ardından gene konum olarak en uzaktaki 2. arkadaş siparişi yolluyor onun siparişi 20:07 yada 08 olarak düşüyor.
Artık son siparişte, 5 dakika ardan sonra sipariş veriliyor ve 20:13,14'de sipariş onlara ulaşıyor. Kafadan 15 dk gitti. Buradan 4lü arkadaş yapabilirsiniz. Kurye bekleyecektir ama bekledikçe uzaktakine yetişmesi zorlaşacak.
Bu siparişlerde ikişer tane ortaboy söylerseniz hem zamandan kazanılacak, hemde son varacak olana gecikme olayı yükselecektir... O yüzden son varacak olan 3 tanede söyleyebilir.
Püf nokta: Arkadaşlar 3er 4er sokak arka arkayaysa bu çok daha iyidir. Yeterki ulaşım açısından seri gibi gözüksün ama uzaktan yakına doğru olacak şekilde sıralansın. Çünkü esas amaç pizzacıyı dolaştırmaktır...
Eğer kurye ilk durağa zamanında ulaşmışsa diğer arkadaşlarının para ödememesi için boş kredi kartlarını deneyerek zaman kazanıyor. Sonrasında nakit olarak ödüyor ve pizzasını alıyor. Çünkü yarın buluştuklarında ödediği o parayı arkadaşlarına ona tahsil edeceklerdir. UNUTMAYIN BU BİR TAKIM OYUNU! Ödeme sırasında kazanılan 5 dakika diğer pizzaların dağıtımını geciktirip bedavaya getirecektir. Gene ödeme sırasında post makinasıyla uğraşırken bir taraftanda pizzaların bulunduğu çantanın üstündeki barkodlara bakarsa orada isim, ve sipariş saatini görüp Ona göre de arkadaşlarına haber verebilir...
1 Dakika bile geçse sepetin şikayet kısmından iletişime geçin. Ararlar hatta bazen para ödemeniz bile gerekse sonrasında geri iade veya pizza yollarlar...
Beleş pizza yeme yöntemi
4*- opsiyonel seçenek hakkında 
Eğer pizzacının karşısında oturan bir tanıdığınız varsa yoğunluk hakkında bilgi alıp benim gibi bu işi çok daha rahat halledebilirsiniz.

6*- opsiyonel seçenek hakkında 
Telefonla yada internetten fake bir hesap açıp sipariş vererek, eski adresini veya civardaki bir adresi yazıp oraya bir pizza yollayabilirsiniz. Ama bunu sıralı sistemde 2 yada 3 kişi olarak yapın. Bu da size ve diğer arkadaşlarınıza zaman kazandıracaktır.

Bu anlattığım yöntemler her zaman tutmuyor. Eğer paranız yoksa denemeyin. Yoksa göt gibi açıkta kalabilirsiniz. Bazen ustayı ve kuryeciyi ayakta alkışladığım zamanlar oldu. 2şerli ve 3erli pizza siparişlerimizin yetiştiğini görünce artık vazgeçtik. Ve bu oyunu pek fazla uzatmayın sonrasında büyük zarara girebiliyorsunuz. Büyük boy 3 pizza denilen şey anasının nikahı kadar para ediyor. Altı üstü hamur, sucuk vs için o kadarına değmeyecek paralar ödemek zorunda kalıyorsunuz. Bazı şubelerin kuryeleri bekleme yapmıyor bu da kıçınıza kaçabilir.
Bu yöntemler kuryenin çıktığı kat sayısına göre daha da tatlı bir hal almaktadır. Bütün siparişlerin 5. ve üzerinde verildiğini düşününce... Ohh baby.. Mesela Koki'nin yaptığı sitelerden verilmiş 2-3 sipariş ardında kalırsanız...siz düşünün işte..

Özet geçecek olursak;
Birinci yöntem için
  1. Sipariş verdiğiniz yeri iyice tanıyın.
  2. Yeni açılmış, küçük yerler seçip kuryesinin az olmasına özen gösterin. Zaten motorlar kapılarının önündedir.
  3. Birkaç defa sipariş verip zamanlamayı ölçün.
  4. Kasada ve sipariş barkodunda yoğun olduğu zamanlarda birkaç deneme yapın.
  5. İnternet siparişleri her zaman önceliklidir.
  6. Tek pizzanın gecikme olasılığı azdır, 2-3 ortaboy ve birbirinden farklı olursa zaman kazanırsınız.
  7. 1 Dakika bile geçse şikayet kısmını hemen kullanın.
  8. Paranız yoksa denemeyin. Kıçınıza kaçabilir!
  9. BU YÖNTEM HER ZAMAN TUTMAZ! GARANTİ VERMEZ!

İkinci Yöntem için
  1. Sipariş verdiğiniz yeri iyice tanıyın.
  2. Yeni açılmış, küçük yerler seçip kuryesinin az olmasına özen gösterin. Zaten motorlar kapılarının önündedir.
  3. Birkaç defa sipariş verip zamanlamayı ölçün.
  4. Kasada ve sipariş barkodunda yoğun olduğu zamanlarda birkaç deneme yapın.
  5. İnternet siparişleri her zaman önceliklidir.
  6. Kuryeyi dolaştırmak işin can alıcı noktasıdır. Siparişlerinizi ona göre uzaktan yakına doğru sıralayın ve zamanlamaya dikkat edin.
  7. 1 Dakika bile geçse şikayet kısmını hemen kullanın.
  8. Paranız yoksa denemeyin Kıçınıza kaçabilir!
  9. BU YÖNTEM HER ZAMAN TUTMAZ! GARANTİ VERMEZ!
Eğer yöntem tutarda bir kulak çınlaması olursa muhtemelen yediğiniz KÜFÜRLERDEN dolayıdır... Kolay gelsin.

NOT: Bu yöntemlerin sonunda Lokes hiçbir sorumluluk kabul etmez!



30 Mayıs 2012 Çarşamba

İstanbul'un Ölüm Grubu (500T Otobüsü)

500 t

Tuzla-Cevizlibağ arasında gidip gelir.
240 Dakika sürer.
FSM Köprüsünü kullanır.
İstanbul'un en uzun mesafesini giden otobüs hattı.
500t için genel bilgi böyledir, ama bununla sınırlı değildir. Her İstanbul'lu bu hattı mutlaka bir kez tadacaktır. Bu hat şakaya gelmez. Bildiğiniz bütün otobüs taktiklerini geride bırakın ve dinleyin.

Dünya'da kaç tane otobüs hattı var acaba KITALAR ARASI sefer yapan...

3-5 dakikada bir duraklardan otobüs kalkar ama ara duraklarda her daim fazlasıyla doludur. Beklediğiniz durakta 3-4 tane 500t arka arkaya görme ihtimaliniz vardır. Bazen 1 dakika içinde 3-4 tane gelme ihtimalide vardır. Macera Avrupa yakasında Cevizlibağ'dan başlar ve taa ebesinin çorabına kadar yani Gebze'den önce Şifa mahallesinin içinden geçerek Yeni mahalle sınırında biter. Yada tam tersi. Aynı yolu otobandan gittiğinizde Kocaeli il sınırı tabelasını görürsünüz. İstanbul'un her tarafını görür büyük istanbul turu yapmış olursunuz. 

Muavinli zamanlarında -eskiden- birlikte muavine tepki ve posta koyar, gene birlikte bitmek bilmeyen arkalara doğru ilerlersiniz. Yol boyunca ayaktaysanız sıçtınız. Hemde ne sıçtınız! Sen sıçmadıysan başkası sıçtı çünkü arada o bok kokusu gelir burnuna! Ama korkmanıza gerek yok. Bayılmazsınız. Bayılsanız bile anlamazsınız. Hatta bayılsanız bile yere düşme ihtimaliniz olmadığından dolayı sizi görenler uyuyor sanır ve ellemezler. Yer yer ayaklarınız yerden kesilir. Ayıldığınızda, bayıldığınızın farkında olmadığınız için "hah, içim geçmiş" dersiniz. "80 kişilik" yazan tabelaya gözünüz takılır, güler geçer, içeride 150 kişiyle birlikte arabanın fren ve gaz tepkilerine göre hareket edersiniz. Sabahın 6-7sinde bile iklim koşullarına göre bu rakamı yakalamanız mümkündür. 

500 t
Yolcular artık ön kapıdan binemeyecek duruma geldiğinde devreye orta ve arka kapılar girer. Duraklarda ön kapı yerine orta ve arka kapılar açılır önce binecekler biner sonra inecekler iner. Bu devir teslimden sonra kapılar kapanıp, kapı arasında bir iki kişinin sıkıştığını görmeniz doğaldır. Yolculuklarına öyle devam edenler bile var. Sonrasında içeride elden ele dolaşan akbil curcunası olur.

500T'ler İstanbul'un en uçarı kaçarı arabalarıdır. Trafik ne kadar sıkışık olursa olsun yolunu bulur. Bi'nevi su gibidir. Eminim başbakanın arabası o trafikte olsa yol vermezler. 500T'lere itibar ve bol bol tırsma olduğu için herkes yol verir, sol şeritten kaptırıp gidebilir, bmw, mercedeslere kafa tutarlar, yer yer emniyet şeridinden sizi ulaşmak istediğiniz yere ulaştırmak için son noktadaki hızlara kadar çıkarlar.

500t
Yağmurlu havalarda dışarıda ne olduğunu merak edip göremezsin, dışarıdan otobüse bakınca da içeride var merak edersin. Camlar o kadar buğuludur ki "seks otobüsü" sanırsın. Eğer yağmurlu günlerde 500t otobüsüne binilecekse hiçbir zaman boştur diye düşünülmemelidir. Bazen buğudan dolayı boş zannedip sevinç yaşansa da kapılar açıldığında üzerine düşen konserve insanları görünce "kaderde varda düzülmek neye yarar üzülmek" tadında otobüse adım adım yaklaşırsın. Eğer içeride halen ayakta gidebileceğin yer varsa o otobüs "boş"tur. Kimi zaman sağlam bir şekilde binip, indiğinde nezle, grip kapıldığı da görülmüştür.

Sıcak havalar çok daha janjanlı seferler sizi beklemektedir. Her tür ter ve parfümle harmanlanmış koku genizlerinizden içeri işleyince insana narkoz etkisi yaratıyor. Hayatla bağınızı 15 cmlik açık camlardan sağlıyorsunuz. Eğer cam kenarında oturuyorsanız biraz daha şanslısınız, fakat güneşin konumu sizin taraftaki cama geliyorsa... Eridiniz.. Yapış yapışsınız... Tek tarafınız bronzlaşmaya başladı bile... Birde omzuna yıkılan adamın teri...

500t
Yolcularının %70i erkektir. Geri kalanı çocuk ve yaşlı teyzelerdir. Genç güzel hatun görme olasılığı dört yapraklı yoncaya rastlamak kadar azdır. Güzel hatun hiç yok değildir. Elbette vardır ama kalabalıkta kaybolurlar. Oturuyorsan ve uyuyor numarası yapıyorsan yaşlı teyzeler bu numarayı yemezler. Zaten 500T'ye bindiğine göre profesyoneldir. İngiltere Premier Ligi misali... Direk başına dikilir, sadece bakışlarıyla psikolojik baskıyı kurmayı başarırlar. Maksimum 10 dakika dayanabilirsin. Gerçekten uyuyorsan ilk fren yada virajda gelen sert bir dirsek darbesiyle uyanırsın. Sıkışıklıktan dolayı herkes istese de istemese de fordçudur. 

Yolculuk sırasında şehrin bütün zümrelerindeki insanların bulunduğu yerden geçersiniz. Her telden insanın o otobüse binme ihtimali vardır ve 500T yeri gelir askerlik gibi bir duruma dönüşür. Her telden insan görür ve tanışırsınız. Çuvallar, yatak, yorgan, tavuk, kurbanlık koyun arasında gitmişliğim de vardır. Cevizlibağ'dan binip son durağa kadar gidecekseniz,
Topkapı'da, herhangi bir işportacı,
Edirnekapı'da, muhtemelen Eyüp'ten yukarı yardırmış bir teyze,
Levent'te, geldiğinizde plazada çalışan iyi giyinimli köle,
Kavacık'ta, memleketin uç noktasından gelmiş şehirler arası otobüsten henüz inmiş elinde valizleriyle birisi,
Bostancı'da, bahtına ne çıkarsa,
İçmeler'den, tersanede çalışan birisinin... değişimli olarak yanınıza oturduğunu görebilirsiniz. 

500 t
Bindiğiniz anda yolculuk boyunca sabrınız sınanacaktır. Özellikle Avrupa-Anadolu arasında geçiş yapacaksanız o zaman işiniz çok daha zor.  Hele birde ayaktaysanız artık kaçarınız yoktur. 30 dakika sonra gözünüz döner. Yer kapmaya çalışırsınız. Yere oturmak en mantıklısıdır. Merak etmeyin kimse size yukarıdan bakmaz bu otobüste bu tür davranışlar olağandır. Yanık lastik kokusuyla biraz olsun rahat bir yolculuk sizi bekler...

240 dakika total süre yani gidiş geliştir. Fakat büyük bir yalandır. Ölçümlerime göre vardığım en kısa süre 2 saat 26 dakikadır. Zaman zaman 3 saat 20 dakikadan fazla süren yolculukların içinde bulunursunuz. Otobüsten inince oturup 10 dakika dinlenerek tramvayı atlatmaya çalışırsınız o sırada dünyanın varlığını sorgulayıp uhrevi duygular içine bile girebilirsiniz. 

Olur da bir gün bir çılgınlık edip 500T'ye binerseniz diye
Şimdi tüyo zamanı;

  1. Öncelikle Topkapı'dan binenler istikamet değiştirip Cevizlibağ'dan binmelerini şiddetle tavsiye ederim. Eğer Avrupa'dan Asya yakasına gidiyorsan, en boş olduğu ve oturma garantili olan tek yer Cevizlibağ. Tabi bu kış aylarında akşam iş çıkışı saatine göre değişebilir.
  2. Açılır gibi gözüken yada "şu camı açayım da hava alayım biraz" diye gözünüze kestirdiğiniz camları hiç ellemeyin. Açılmaz. Cam aralık ise en fazla o kadar açılıyordur. 15 cm aralıktan içeri giren havayı idareli kullanın.
  3. Şifa mahallesine girişteki rampada ardarda gelmiş en az iki adet 500t otobüsü mevcut ise sizi bir yarış beklemektedir. Yaklaşık 1-1.5 km'lik rampada formula 1 heyecanını ayağınıza getirir. Gidiş-geliş olan ve en fazla Monaco Grand Prix'si genişliği bulunan o rampada iki otobüsün yan yana geldiği an gençken yaşanması gereken 100 haz'dan birisidir.
  4. Sakın ama sakın dalgınlıkla 2-3 durak önce ineyim demeyin. İndikten sonraki o kurtulma hissi kursağınızda kalır ve tekrardan ölüm grubuna gireceğinizi bilmek hayattan kopmanıza yol açabilir.
  5. Gençler uyku numarası bu otobüste işlemez. Çünkü bunu kullanan genel kesimlerden biriside şuursuzca kalk teyzeye yer ver diyen insanlardır. Yemezler. Uğraşmayın. Kavga etmeyin.
  6. Şoförlerle dalaşmayın! SAKIN!
  7. Alternatif yolunuz yoksa uzak durun.
  8. Allah hepimizin yardımcısı olsun.
Not: Sevgilinizden ayrılmak istiyorsunuz ama bir türlü yolunu bulamıyorsanız 500T ile Cevizlibağ-Tuzla arasında gidip geri gelin yeter.

- unutmadan -



24 Mayıs 2012 Perşembe

Uzun Evliliklerin Sırrı

Burada evlilikle ilgili ahkam kesmeyecem elbette ama "bence" bir kaç tespit, belkide görüşümü bildirecem. Zaten her sitede "uzun evliliklerin sırrı" ile alakalı olarak bolca yazılar var. Hatta aylık çıkan her derginin içinde bile iki ayda bir tekrarlanan uzun evlilik anketleri, kelamları vs. vs...

Ben henüz evlenmedim, ucuna bile gelemedim, hatta etrafımdaki çoğu çift boşanmış durumda. Ama tespit yapmayacağım anlamına gelmiyor tabiki. Çünkü şöyle düşünün, belkide dediklerimi onlarda görmediğim için hepsi boşanmıştır? Neyse çok uzatmayacam belkide bu dediklerimi sevgilinizle uygulayabilirsiniz. Hem bir değişiklik olur. Zaten o sürekli başınızı koyduğunuz tek kişilik, ince yastığı bel altına alarak seviş seviş nereye kadar? Farklı şeyler de deneyin.

Kural 1: Yatağa Küs Girmemek
Tamam zaten bunu hepimiz biliyoruz ama uygulamıyoruz. Bunun üstüne pek bişey demeyecem, zaten kural ikinin yolunu yapmak adına mecburen yazdım. Ama ister istemez insan en çok sevdiğini öldürdüğü için gün olur seyran olur baya bi zaman gelir büyük bir kavga, trip vari şeyler olmaya başlaması doğaldır. Haliyle ardı ardına derken artık yatakta bile olmaması gereken küslükler başlar ki iş buraya geldiyse mutlaka ilişkiyi bir check-up'a sokmanın zamanı gelmiştir demektir.

En Önemli Kural 2: Tek Yastık.
Genelde hepimiz anneanne yada babaanne yastığı olarak biliriz. Böyle kolon gibi uzuncana ve bütün yatağı kaplayan kütük gibi yastık. Evliliğin anahtarı bu yastıkta yatıyor bence. Çünkü seviştikten sonra olsun, kavgadan sonra olsun kıçını dönüp yatma yastığa sarılarak uyuma olayını ortadan kaldırıyor. Mesela çatır çatır seviştiniz ve sonunda bitkin düşen vücudun isteği 3-5 dakika olsun dinlenmektir. Bu sırada biz erkekler, genelde yaptığımız hareket o şaşkoloz zaman diye tabir ettiğim zaman aralığında bilinç yerinde olmadığı için çoğu zaman yastığa sarılıp uyuruz. İşte anane yastığı bu salakça durumu ortadan kaldırıyor. O yastık aranızı birleştirir. Yeri gelir çiftlerin ikisi birden yastığı ortalarına alarak uyurlar (deneyin) Bence büyük büyük büyüklerimiz yastığa sarılıp yatmak yerine birbirlerine sarılıyorlardı. Öyle kocaman yastığın altına başlarını gömüp trip attıklarını da sanmıyorum! Yanındakinin canını sıktıklarını! Düşünün bir bakalım anane yada babaannelerimiz zamanında hayat bugünkünden daha rahat mıydı? Bir şeylere ulaşmak daha mı kolaydı? Tam aksine adamlar karne ile ekmek alıyorlardı! Bu kadar rahata varıp "Amaaaaan koy götüne" cümlesini kurmak yerine direniyorlardı sonuna kadar. Rahat bulup kıçlarını yaymıyorlardı... Bana anlatılıp benim duyduklarım yada eski filmlerden, fotoğraflardan gördüklerim kadarıyla baya bir zordu. Biz şimdi nostaljik diye farklı bi hava katıyoruz ama o zamanlara gitsek hemen kaçarız! 

Onlarda yer yer isyan edip belki birbirlerine bağırıyorlardı ama "Tek yastıkta kocuyorlar"dı... Kokuları ise ayrı ayrı yastıklar yerine tek yastığa siniyordu. Uyku sırasında soludukları kokular kendi kokuları yerine birbirlerinin kokularıydı. Bu yüzden birbirlerini benimseyip, bencil olmuyorlardı...

Bence evinizde tek yastık bulundurun. Bir farklılık olsun deneyin. Kaybedecek neyiniz var? Hiç yoktan fantezilerinizde çok yardımcı olur.

22 Mayıs 2012 Salı

Yılın 20. Haftası Salı-Çarşamba

Bebek parkı
Nasıl bir haftaydı hatta iki haftaydı hiç anlamadım. Ne sıra geldi geçti... Nasıl oldu? Ne yaptık? Bu nasıl hızdı düşünüyorum da hiçbir şey hatırlamıyorum desem yeridir. Hatırlayabildiğim, haliyle anlatabileceğim tek kısım geçen hafta.
Pazartesi akşamı adaşım geleceğini haber verdi. Tee Kuşadası'ndan. Aceleye geldiği için biraz ayaküstü oldu ama sıkışık dönemde halledebildik ve sorunsuz da atlattık. Ama söz konusu adaşım olunca işler değişiyor. Herif tam kafa dengim. Nasıl anlaştığımız kimse anlam veremiyor. Daha doğrusu ikimiz arasındaki muhabbete birisi şahitlik ettiğinde sıkıntıdan patlayanlar olduğunu gördük. Hatta yer yer masadan kalkıp gidenleri hiç saymıyorum bile... Kısacası adı saçmalamak oluyor ama biz fazlasıyla keyif alıyoruz. Ne olursa olsun daha önce bahsettiğim gibi etrafımdaki arkadaşlarımın bir kısmı evlilik arefelerinde olduğundan dolayı pek bişey yapamaz olduğum şu dönemde ilaç gibi geldi. Zaten ikimiz yan-yanayken yaptığım tek şey bol bol içip, stokları tazelemek oluyor. He adaşı anlatacak olursam, bana 10-13 kilo kadar ekle al sana adaş.

Salı 14:00 Civarı...
Adaş gelir ve olaylar gelişir. Selamlaşmadan sonra eve doğru yola düştük ki tramvayda ilk atılımlarımızı konuşmaya başladık. Evde biraz sohbet yemek hazırlığı derken klasik "nasıl gidiyor orada havalar nasıl" kısımlarını atlattıktan sonra gene ortak paydamıza ulaştık.
Adaş: Durumlar nasıl?
Ben: Boktan!
A: Niye lan?
B: Aylık olarak hayatıma giren ortalama kadın sayısı, hayatımdan çıkan kadın sayısından daha az. Dolayısıyla bir tür cari açık veriyorum şuanda...
A: Stoklarda sıkıntı var yani.
B: Bahardan sanırım.
A: Yapar. Bahar yapar adaş...
B: Bahar vardı senin noldu?
A: Bilmiyorum. Noldu?
B: Bilmiyorum.
Derken akşam olur, uğrayacağı birkaç yere uğrar işlerini görür gelir. Yarının planı çoktan yapılmıştır. Birkaç bira içilir havadan kara konuşulur... Adaş yokken benim içim geçip 2-3 saat kadar uzandığım yerde uyuyakaldığım için sabah 7'de anca uyuyabildim.


sokak fotoğrafları
Çarşamba 15:30 Civarı

A: İstersen bekleme adaş sen dön ben yolu öğrendim nasıl olsa.
B: Yok adaş ben fotoğraf çekerim zaten.
A: Yağmur var.
B: Berekettir.
A: Bereketini gör o halde. Ben herhalde 1 saate işi hallederim.
B: Parktayım. Güneş açarsa işler yoluna girer merak etme.
A: Güzellikler senin olsun.
B: Güneş, güneş... Buralar güneşle çalışıyor..
A: Kaçtım ben.
Artık an itibariyle Bebek parkında gene yalnızım. Havada çiseliyen yağmur parkta dolanıyorum. Elimde fotoğraf makinem bakınıyorum etrafa ne var ne yok diye. Pek bişey yok. Parkta yalnız kovboy edalarında dolanıyorum mal mal... Bir taraftan da oturacak kuru bir yer arıyorum. Her köşeye bakındıktan sonra kuru bir yer olmadığını anlayınca sahil kısmında bulunan banklara "ıslak bankta oturma pozisyonu" halinde kuruldum. Yani sırtımızı dayadığımız yere oturup ayaklarımı normalde kıçımızı koyduğumuz yere koydum. 20 dakika hafif yağan yağmur keyfinden sonra çıkan güneş...Offf.. Sen nelere kadirsin güneş. Tatlı tatlı ne güzel okşayıp ısıttım sırtımı...
Yağmur duralı daha 10 dakika olmadan köpeğini alan parka koşmuş gibi birden ortalık köpeğini gezdirenlerle doldu. Güneşte gittikçe artıyor, saha şartları fotoğraf çekmeye müsait hale geldi, sadece kadraja girecek güzel bir bişeyler bulmam gerekli... İskeleye yanaşıp birkaç foto oradan çekerken birilerinin kadraja girmemek için duraksadığının farkında vardığım anda aradığım güzellikleri bulduğumu farkettim. Birisinin boyu maksimum 1.70 civarında 45-49 kilo, diğerinin boyunun maşallahı var 175'den biraz uzun ve 55, 5de benden olsun 60 kilo gibi. Ufak bir gülümsemeyle "buyrun geçin" dedikten sonrada haliyle doğru anı kollamak için beklemeye başladım.  

Sürekli fotoğraf çekiyorlar, sürekli arkalarına boğazı alıyorlar, olmuyor tekrar deniyorlar, bankta, iskelede, iskelenin kenarında bulunan merdivenlerde fotoğraflar... Muhtemelen de kısıtlı zamanları var. Ki bu havada düzgüncene giyinip çıkmışlar. Ayakkabılara baktığımda temiz belkide buralarda oturuyorlar ama yağmurdan dolayı yanlarında şemsiye var belli ki sabahtan çıkmışlar ve demek ki gezmek için burada oldukları belli... Anladım bunlar buralı değil hiç sarmaya gerek yok. Neyse oturdum biraz daha bankta bakınırken karşımda yağmur yağarken yağmura aldırış etmenden uyuyup ıslanan ve bana eşlik eden köpeğin kaşlarının hareketlerine dalmışım. Dalmışım ama aklım nerede hiç bilmiyorum. Soluma döndüğümde kızların biraz daha yaklaştığını gördüm ama bir şey için cebelleşiyorlar belli. Bir hırıltı var. Bu sefer onları izlemeye başladım ne yapıyorlar diye. Çok geçmeden kendilerini çekmeye çalıştıklarını farkettiğimde göz göze geldik. Baya baya baktılar yani. Bende zaten mal mal bakıyorum öküz gibi. Bu kadar baktım bari yardım edeyim diye kalktım gittim yanlarına;
B: Merhaba iyi günler.
K: Merhaba.
B: İsterseniz yardımcı olayım. Verin şunu ben çekeyim de cebelleşmeyin.
K: Çok teşekkür ederiz.
B: Hoş bu fotoya baktığınızda aklınıza bile gelmeyecem biliyorsunuz değil mi?
K: Nasıl yani?
B: Yok bişey. Yanaşın biraz.
B: Buyrun, İstanbul hatıranız.
K: Teşekkür ederiz, sağol.
B: İyi gezmeler.
sokak fotoğrafları
İyice anladım ki turlamaya çıkmışlar. Belli ki buralı değiller ve bu yüzden burnundan getirip sıkmamak adına pekte ilerletmedim muhabbeti. Başka hedeflere yöneleyim derken sıkıldım zaten birde hevesim kaçtı. Ardından parkın oradaki büfeye attım kendimi. (ilk fotoğrafda uzanan yolun sonundaki) Çok geçmeden adaş aradı işini halletmiş "nerdesin?" Büfeye gelip sonra bişeyler atıştırdıktan sonra turlamaya başladık. 
A: Naptın?
B: Bakındım.
A: Var mı doyurucu bişeyler.
B: Kemik sıyırmak istersen var.
A: O derece zayıflar... Nerdeler?
B: Bilmem. Gitmişlerdir çoktan.
A: Eee?
B: Buralı değiller adaş. Napayım? Fotoğraflarını çektim diretmedim...
A: O halde sıra bende...
B: Gel, şurada güzel birkaç yer buldum
.
Bebek parkında şu kilo verme aletlerinin yanında kesilmiş ama kaldırılmamış büyük kütüğü hemen herkes bilir. Orada birkaç kare fotoğraftan sonra sahil kısmında pan tekniğini uygulanmış foto yakalamak için takılırken
A: Kemik sıyırmak istiyorum!
B: (kafamı baktığı yöne çevirdim) Buralı değiller adaş.
A: Olsun bende buralı değilim?
B: Sende insansın be adaş.
A: Gidelim o halde?
B: Bekle şu fotoyu yakalamam lazım. İnat yaptım. Tekrar yürü...
A: Adaş zaman geçiyor.
B: Yürü.
A: Adaaaaaşşş!
B: Tekrar Yürüüüüü
5-6 deneme sonunda doğru enstantane ve ona uygun yürüyüş hızını tutturduk ki birkaç net foto yakalayabildim. (Lensin IS özelliğinin olmaması!!!) Baktım ki oturuyorlar aceleleri yok. Takılıyorlar konuşuyorlar bizde oturduk diğer uçtaki banklara. Adaşa durumu anlatıyorum. "Buralı değiller, bak çünkü böyle böyle... adaş" diye. İkna ettim bizim hayvanı zapedettim konuyu "nasıl geçti sen naptın gittin işini hallettin mi?" lafına bağladım ki kızlar önümüzden geçinde bi dikkatimiz dağılıp uzun uzun göz göze gelsekte konudan sapmamayı başardık. Adaş kendi olayını 10-15 dakika boyunca anlatınca, saatin artık gitme vakti geldiğinin farkında varınca olayın devamını yolda anlatır diye kalktık. 10 adım attık atmadık kızların yanında geçerken zaten 1 saatten fazladır parktayız hepimiz, ya göz göze geliyoruz ya denk geliyoruz diye Sadece ama sadece laf olsun nasıl olsa "yok sağolun" diyeceklerini bildiğim için "iyi günler varsa başka çekilecek foto yardımcı olalım" dedim. 
KısaHatun: Var esasında.
UzunHatun: Bir türlü yakalayamadık.
A: Peki o halde yardımcı olalım adaş.
B: Olalım hadi.
KH: Havada yakalamaya çalışıyoruz ama olmuyor.
UH: Evet flu çıkıyor.
B: Bununla zor tabi. Erken basarsanız deklanşöre gecikmeyi alırsınız.
A: Evet öyle anlamasamda...
UH: Nasıl yapacak peki?
A: Birde ben deneyeyim.
KH: Elindekiyle olur herhalde.
B: Şöyle yapalım o halde ben benim makineyle çekeyim isterseniz sonra maile atarım.
UzunHatun: Olur tamam.
A: Ben de ufakla deneyeyim o halde. Adaş uçur şunları bakalım.
B: İlk önce kim zıplıyor.
UH: Ben.
B: Tamam.... Olmadı tekrar zıpla... Olmadı tekrar... Tamam. Bak bakalım nasıl olmuş?
UH: Göbeğim açılmış....
5 dakika sonra...
KH: Bu arada adınız?
B: Lokes
UH: Sizin?
A: Şaşırmayın benimde Lokes.
15 dakika sonra...
UH: Siz nerelisiniz?
B: Ben İstanbul'luyum.
A: Ben de Kuşadası.
KH: Manisalıyım...
30 dakika sonra...
A: Hadi ya... Halbuki ben hep oradayım. Bir daha gelince mutlaka haber verin.
UH: 3 hafta sonra gelecem zaten tekrardan, sen ne zaman dönüyorsun?
A: Cuma günü.
KH: Sende gidiyor musun?
B: Tabiki de. Sen gitmeyecen mi?
KH: Ben de gidecem sanırım.
B: 3 Hafta sonra Kuşadasındayız... iyimiş.
taksim nevizade
50 dakika sonra...
B: Bira 50lik? 70lik?
KH: 35lik olsun.
A: Her zamankinden adaş.
UH: yok içmeyecem.
B: 4 tane 70lik.
KH: 35lik demiştim.
B: Biliyorum.
1.30 dakika sonra...
A: Akşama taksimdeyiz o halde?
B: Kesinlikle.
UH: Önceden planımız vardı değiştiremeyiz.
KH: Akşama plan olmasaydı olurdu da...
B: Biz oradayız sizde orada olacaksınız. Lütfen.
A: Bu sefer bize kalksın. Şerefe.
2.10 dakika sonra...
KH: Telefonları verdik zaten akşama görüşürüz o halde.
B: Tamam. Eve gidecektik ama artık direk taksime gideriz.
UH: Biz gelemeyiz önce eve gitmemiz gerekli.
A: Tamam. Saat 9da görüşürüz o halde.
UH: Kesinlikle.
B: Bişey olursa cepten ulaş mutlaka.
KH: Tamam.
Velhasılkelam bundan 3 saat kadar önce eve dönmemiz gerekirken bütün planlar değişti. Kısa olanının civarda bir yerde kaldıkları arkadaşlarının evi varmış, onları yolladıktan sonra bizde taksime gittik. Zaten akşam kalabalığına yakalanınca hatunlarla buluşmamıza 1 saat kala anca vardık. Bi'şeyler atıştırırken telefon çaldı. Arayan Kısa boylu. "Nerdesiniz? Biz yarım saate kadar taksimdeyiz" haberini aldıktan sonra
B: Geliyorlarmış.
A: İyi.
B: Nasıl yapalım?
A: Farketmez, akışına bırakacaz.
B: Nasıl farketmez lan! Nerden nereye geldi olay. Ne bileyim giderayak selam veripte işin buraya kadar uzayacağını...
A: Eeee? Vermeseydin selam!
B: Ben miyim suçlu?
A: Şimdi bu zamanın o anının suçu mu? Zamanın o anında orada olmanın suçu mu? Yoksa zamanın o anında o kadının orada olmasının suçumu?
B: 70liklerin.
A: Muhtemelen öyle... Saat kaç?
B: Şimdi.
A: Kalkalım o halde.
taksim nevizadeSaat 12:30...
Ben 3. tek buzlu vodka siparişimi verdim. Hatunlar gitarcının gitarından çıkan Romen havasında kıvırtıyorlar adaşta onlara eşlik ediyor. Ben de bilmediğim için romen havası hatunları hayran hayran izliyorum. En uç noktamdan vurdular resmen. Romen havası oynayan hatunu izlemek oldum olası hoşuma gitmiştir. Ama hepsi güzel oynamadığı için bu konuda seçiciyimdir. Fakat karşımdakiler sınıfı rahatlıkla geçtiler...

Saat 02:30 Civarı sanırım.
Kafam ses ve alkolden göt olmuş durumda, gömleğimin bir tarafına devrilen 1 shot tekila, kokusu ve ıslaklığı sarmış. Her zaman olduğu gibi bizim elemanlardan birisini arayıp konaklayacak yer ayarlandıktan sonra kahve içmek için eve geldik. Sonrasını hayal meyal hatırlıyorum. Kahveyi içtim mi bilmiyorum. Üzerimde yorgunluk ve gece uyumayıp sabah 7'de yatıp 11'de kalkmanın uykusuzluğu. Hatırladığım birkaç şeyden birisi bir boyun, sırtıma çullanan birisi, enteresan ve ne olduğunu çözemeyip 10 dakikadan fazla baktığım biblo, ince bir bacak, birde şu bel kısmında hafiften belirgin kalça kemikleri... Sonrası hafızada yok...
Not: Devamı olan Perşembe-Cuma kısmı taslak halinde bitirilmeyi bekliyor...

15 Mayıs 2012 Salı

İki Kere Şampiyon Ligtv!

Şimdi geçenden yarım bıraktığım iki konu ve bir şişe hakkında birşeyler yazacam. Bir senedir şikeydi, uefaydı, fifaydı derken dananın kuyruğu çok şükür koptu. Herkes rahatladı. Şampiyon Galatasaray'ım oldu.  Eee doğal olarak şampiyonluk kutlamaları vs. derken benim tek gecem öyle geçti. Etrafımdaki arkadaşlarımın bir çoğu Fenerli olduklarından dolayı, bir Galatasaraylı arkadaşımla beraber hepsine bira yada vodka servisi yaparak geçti. Şampiyonluk maçından sonra hepimiz zaten bir aradaydık diyebiliriz her derbi sonrası yaptığımız gibi kazanan, kaybedene birasını, vodkasını ısmarlama gibi anlaşmamız var. Eee tabi arada "gene yaktınız lan stadı nedir o stadın sizden çektiği anrgy birdsler" gibi ufak tekef laf sokmalar, espriler vs. arada kaynadı ama o kadar körü körüne bir takıma aşık olmaya gerek duymuyoruz. Sonrasında başımızda ağrımıyor bu yüzden kırgınlık yada alınganlık çıkmıyor...Neyse kimse demesin Fenerbahçe'nin şampiyonluğu elinden alındı vs... diye. Çünkü şike var mıydı yok muydu konularına hiç girmeden başka bir şeyden bahsedecem.

Geçen senenin sonunda artık tam futboldan bıktık çok şükür bitti lig dedik ki 2 ay geçmeden bir sabah bir uyandık şikeydi şuydu buydu diye memleketin gündemi sallanıyor. Yok uefa'ya gidilecek, yok küme düşürülecek, atarlanan takım sahipleri, ortaya çıkan ses kayıtları, 600 sayfalık iddanameler... Offf. Ligin başlama zamanı geldi başlamadı. Burada olaylar komple değişti. Çünkü yayıncı kuruluşun sanırım 1 sene önce TurkTelekomla ölesiye girdiği ihale halen akıllardadır. Tam hatırlamasam da 350 milyon$ dolarlara kadar ihalenin bedeli avrupada 5. en değerli futbol yayınlama ihalesi olarak tarihe geçmişti. Ama ligin geç başlaması yayıncı kuruluşun hiç işine gelmedi. Çünkü ortaya döktükleri bir kamyon para var ve verim alamıyorlar. Bir tarafta kümeye düşmesi gündem de Fenerbahçe var taraftarlarının digitürk paketlerini iptal ederler endişesi hakim.
Lig şöyle böyle derken en sonunda başladı. Ama bu sefer periyot o kadar sıkıydı ki 1 hafta içinde diğer haftanın maçları başlar olmuş... Pazartesi 5. hafta maçını yapan takım Cuma-Cumartesi günü 6. haftanın maçına çıkıyor. Bir taraftan digitürk "biz bu kadar para verdik kardeşim zarardayız bunun için mi verdik?" diye diretiyor derken tak şahane bir öneri; 
PLAYOFF oynayacak ilk 4 takım. Böylece şike'de olmuş olmayacak! Hakeden kazanacak!
Dahiyane! Fekalade! Süper ötesi cinyıs bir fikir maşallah(!) 
Kimsenin aklı almıyor mu şike yapılacaksa bile önceki maçlarda zaten yapılır puanlar önceden toplanır.
Neyse lig maratonu koşuşu devam ediyor haftalar haftaları tek bir hafta içinde kovalıyor, gündem de tutulan şike soruşturması vs. derken milletin aklı bunalıyor... Her gün futbol, her gün futbol. Milleti bıktırdılar iyice. Normal lig kendi sonlarına yaklaşırken artık dananın kuyruğu kopacak Galatasaray 5-6 puan önde sürdürüyor son haftalara yaklaşırken bir süsleme daha...
PLAYOFF DEĞİL SÜPER FİNAL
Buna da eyvallah. Süper Final diyelim tamam. Artık herkese süper final iyice anlatılmaya başlanıyor, yok neymiş efendim "toplanan puanın yarısı alınacak, yarısı alınan puan eğer 40.5 gibi bir rakam olursa 41'e tamamlanacak en sonunda silinecek" vs. vs. vs...
Ligin son haftasına geliniyor maçlar oynanıyor ve normal şartlara göre artık, 
1- Galatasaray
2- Fenerbahçe
3- Trabzonspor
4- Beşiktaş
9 puan farkla Galatasaray Şampiyon. Ama bana göre numaradan ortada bir süper final zımbırtısı var. Süper Final maçları başlıyor ilk 2 maçlar gayet çekişmeli takımlar mücadele etmek için koşturuyor vs. 3 maçlarda artık frenleme basılmış lig aynı şekilde BİTMESİ İÇİN ufak tefek matematik hesapları yapılıyor. Derken son maç geliyor.

Süper Final'in Son Maçı. Fenerbahçe - Galatasaray
Kimse kusura bakmasın ama ben hayatımda bu kadar danışıklı dövüşlü maç izlemedim. Maçta akıl almaz olaylar oldu. Ben bir Galatasaray'lı olarak şunu diyebilirim ki böyle bir Galatasaray O-LA-MAZ. Böyle bir sakin derbi olamaz. Bir kere takımın başında Fatih Terim var. Fatih hocam halısaha maçına çıksa mutlaka kazanamak için çıkar. Hırsın adı Fatih Terim. Galasaray'ın tek gol atarsa işi çok daha rahatlayacağını düşünürsek... Ki Kadıköy'deki son maçta 2-0'da 2-2'ye gelen maçta hırsına ne kadar düşkün olduğunu görmüştük. Hatta bu hırsı yüzünden Arena'da ki maçı kaybetmiştik. Hücum yapmayan bir Fatih Terim'in takımı ve yenerse Şampiyon olacak bir Fenerbahçe! Ama dengesiz dengesiz atak yapan Fenerbahçe ileride 2 kişiyle gol atmaya çalışıyor? Kadıköy'de Fenerbahçe uzaktan hiç şut çekmeyecek? Adettendir bir kere uzaktan şutlar! Hiç bir FUTBOLCU KAÇAN POZİSYON SONRASINDA TARAFTARA HADİ HADİ diye el kol işareti yapmayacak? (olduysa da ben görmedim)
Böyle bir derbi olamaz. Yenenin şampiyon olacağı bir karşılaşmada -ki bu Fb-Gs derbisi ise- bütün kartlar açık oynanır. Kontrollü oyun tamam ilk 20 dakika oynanır ama bu kadar da değil yani. Daha önceki senelerden son maçta kaybedilen şampiyonlukları ele alırsak Galatasaray karşısında nasıl bileneceğini siz bir düşünün derim!
He birde ki 10 kişi kalmış bir Fenerbahçe karşısında Fatih Terim bu şansı yakalamışsa "GS'li futbolculara tekme atılsa ses çıkartmayacaksınız saha da dersinizi vereceksiniz" der. Hazır 10 kişi kalmışken kaçırmak istemez Terim! 10 kişi olan ezeli rakibi karşısında takımını yalnız bırakacak Galatasaray'lı futbolcunun soyunma odasında Allah "TERİMİN GAZABINDAN KORUSUN!!!" Benim hiç aklım kesmedi 10 kişi yakalanmış bir Fenerbahçe karşısında atak yapmayan bir an önce maç bitsin diye zamana oynama olayı. Bu korkma falan değil hiç öyle demeyin liseliler gibi! İlk yarıda 2-2 biten maçta Fenerbahçeyi sahasına hapseden Galatasaray'ın hazır 10 kişi yakalamış ezeli rakibi karşısında bir defa bile atak yapmaması ironik!
Peki Aykut hoca? Maçın sonları gelmiş golcü alması? Maçın başında tek golü bulup defans yapmasını bile anlarım. Ama acaba hiç mi Fenerbahçe'nin yaptığı etkisiz atakları görmedi? Hiç mi rakibinin üstüne gidip sıkıştırmayı denemedi? Ligte sırasında oynanan maçların maşallahı var. Golsüz geçmiyordu. Birbirini ısıran iki takım! Aykut hocanın takımını ben Kadıköy'de son oynanan Trabzon maçındaki gibi hırslı ve saldırgan bulacağımı sanıyordum...
Sonuç ne oldu 0-0. Kadıköy'de Fenerbahçe'nin iftihar ettiği yenilmezlik devam etti, Galatasaray'da ligin bitimindeki gibi lider bitirdi. Maçta bir şekilde bitirildi. Yavaş yavaş... Beşiktaş, Trabzonspor ne oldu? Onlarda ligi nasıl bitirdilerse aynı şekilde playoff'u bitirdiler...


Şimdi Fenerbahçe'nin Çarşamba günü oynayacağı Bursaspor maçını bekliyorum! Bakalım bakalım nasıl kartlar açık oynanacak! Kaybeden'in telafisi yok! Görelim nasıl saldıracak gol için... O zaman daha iyi anlaşılır demek istediğim...

Kazanan kim oldu?
Ligtv! Maçın stresinden, içimizdeki fanatiklikten kimse bunu anlamadı. Anlattıklarımda sonradan hak verdi. Birde şu başıma geldi onuda anlatayım.
Hani şu sağda solda ligtv kırmızı logolu yayınlayan mekanlar varya heh işte onlardan birisinde izledim maçı. Mekan arkadaşın sağolsun. Fenerli bir arkadaşım kendi mekanına çağırmıştı orada seyretmektense Galatasaraylıların olduğu yerde seyredeyim diye gittim oraya. Tezgah arkasından hem çayları tazeliyoruz arada hemde bir gözüm tvde. Derken maç bitti. Etraf biraz sakinleşmesinin ardından arkadaşa telefon geldi.

- Süper Final Cironuz ne kadar kazandınız bilgi verir misiniz?
+ 10.000 TL civarı...
- Memnun musunuz peki bu SüperFinal'den?
+ Çok iyi geldi bana.
Arayan Ligtv'den birileriymiş. İşler nasıl beğendiniz mi uygulamamızı dercesine takılıyorlar. Sonradan Fenerli arkadaşıma sordum bu olayı. Durum onda da aynı. O'na da sormuşlar ne kadar vs. diye...
Velasılkelam olay budur! Bence Playoff yada SüperFinal artık her ne sikimse baştan beri düzmeceydi.

Bu sayede;
Arada Kalp krizi geçirenler vs.'de oldu biliyorsunuz... 
Arkadaş arkadaş laf sokarak can yaktı biraz. Millette birbirine düştü...
Orası burası yakıldı...
Bir kişinin cebinden kulüplere fazladan para çıktı.
Korsan biletler son maçta şaha kalktı...
vs. vs..

Herkes tezgahını kurmuş, yolunu bulmuş bir şekilde organize ediyor işleri. Bizde mal mal peşinden koşuyoruz ne güzel değil mi? "Türk futbolu üzerinde oynanan oyunlar" diye tabiri bana göre bu maçta gün yüzüne apaçık çıkmıştır!

Birde bu var Okuyun.