27 Nisan 2012 Cuma

Kadınların Pazarlık Payı

Dur dur öyle aklından geçen pompaya dayalı pazarlık anlayışı değil. Alım satım işi değil yani. Kadınlar erkeklere göre daha sayısal varlıklar olduğundan dolayı bu pazarlık işlerini erkeklere göre çok daha iyi yapıyorlar. Herhangi bir erkek alışveriş sırasında pazarlık yapmayı sever. Yapmayacağı varsa bile sırf o muhabbeti sevdiği için girer pazarlığa. "Abi en son kaça olur? yabancı değiliz" vs diyerek giriş cümleleriyle başlasa da zaten herhangi her daim kazıklandığını anlaması bir yada iki gününü alır. Pazarlık sırasında ürünün fiyatını en alt seviyede tutar. Mesela 100 TL'lik bir ürüne vereceği ilk pazarlık fiyatı "bunun oluru olsa olsa 60 hadi bilemedin 70'dir." Burada esas verilmek istenen 70dir. 60 etmez ama 70 vereyim şeklinde garip bir ters psikoloji uygulanır. Sonrasında "abi naptın ya? 90 bize gelişi 10 tl karla satıyorum" falan fişman derken en ucuz 85'e kapatılır olay. Erkeklerin maksimum pazarlık anlayışı bununla sınırlıdır. Kadınların pazarlık anlayışı buna benzese de yer yer çirkefe yatıp malı bedavaya aldığı bile bilinir. Ama konu bu değil zaten.

Bir erkeğin yapabileceği en fazla pazarlık bir alışveriş sırasında olur ama kadınlar bunu hayatına yaymayı becerebiliyor. Dedik ya kadınlar sayısaldır diye bundan kaynaklanıyor işte. İşte bu sayısallıklarınıda en güzel şekilde değerlendirirler. Ergenlik ve ergenlik sonrası dönemlerinde sürekli pazarlık paylarını en hit seviyede tutarlar. "Adonisli olacak erkek dediğin" kendi 1.60lık boyuna bakmadan "erkek dediğin 1.85 en az olacak, esmer, kirli sakallı" vs diyerek biscolata erkeği tabirini arar dururlar. Etrafındaki kadınlara sürekli böyle şeyler söyleyerek fişteklerler. Ee kadınlar arasında rekabetten "o isterde ben isteyemez miyim yelloza bak yeeaa" diyerek bu sefer farkında olmadan bir domino etkisi başlar. En sonunda çağımızın hastalığı diye tabir edilen "adonis etkisi"ne girerler. Bu hastalık kadınlar arasında kıskançlıktan/kıskandırma istediğinden kaynaklandığını düşünürsek gripten bile daha etkilidir. 

Ama işin trajik tarafı burada başlar. Bunca "adonis himayesi altında" olmasına karşılık memlekette talebi karşılayacak kadar olmadığında dolayı "lan hiç yoktan esmer, kirli sakalı olsun boyuda siktir ettim" diyerek içten içte ağlaya ağlaya hedeflerden uzaklaşılır. Boy uzunluğunuda aradan çıkartmıştır. Çünkü memleketin standartları uzun boylu değildir. Aradan geçen 5-6 seneden sonra halen aranan standartlarda birisi bulunamamışsa "sakalı olsun bari" demeye başlanır. Artık en sonunda esmer, beyaz bmw'li ve 1.73lük bir prens gelir. Prensin direksiyon başına oturduğunda vakfıbekir ekmeği gibi olan göbeği göze batsa da sorun olmaz. Kirli sakalı yoksa alttan alttan imalarda bulunulur "tatlııııım şöyle bir hayal ettimde sana kirli sakal... Offf diyorum" gibisinden. Prens tabi alınan gazla ya kirli sakal bırakmaya başlar yada çıkmıyorsa bile hayatının hatasını yaparak yüzünü kuru kuru jiletlemeye başlar. -zavallım- Hele kadının rekabete girdiği "arkadaş"larının sevgilisi yok yada boyları daha kısayla değmeyin o kadının keyfine. Dünyalar onundur.

Evde kalmış ama halen inatla hedeflerinden vazgeçmemiş canlı örneklerini görmek isterseniz evlendirme programlarında "almanyadan, hollandadan, isviçreden olsun benim olsun"  diyenleri takip etmeniz yeterlidir.

Tamam erkeklerde ister güzel "at gibi" tabirinin kullanıldığı geniş kalçalı ve 92 civarında göğüsleri bulunan kadını. Ama erkekler pazarlık anlayışını bu kadar hayatına yayamaz ve kadınlar gibi böyle çıtayı yüksekte tutup kademe kademe indiremez. Buna kabiliyeti yoktur. Genelde direk normal alışveriş pazarlığı yapar gibi en alttan başlar ve hatta en fazla "Abi valla sıkıldım ya... Eve gidince önüme bir tas çorba koysun yeter" ile kısıtlıdır.

Not: Adonis var evet ama henüz bmw yok. hep görüp yapmak istemişimdir yazının şarkısı zımbırtısını. buradan ulaş istediğini seç yazının şarkısı için.


25 Nisan 2012 Çarşamba

Bi Kadın Var #4

Bi Kadın Var #4
Sessizlikten sağır olduğum şu evde basbas bağıran
Üstünde benim gömleklerinden biri,
Saçlarını el yordamıyla düzeltmiş ama halen biraz pasaklı
Yüzüne baktığımda hiçbirini görmediğim
Bana bişeyler söylenirken gözlerinin içine baktığımda donup kaldığım
O bağırıyor ama, ben hiç mi hiç duymuyorum
Kaybolmuşum, dalıp gitmişim O'na.
Belki biraz ufak tefek,
Kimileri minyon diyor ama öfkelendiğinde önünde durulmuyor.
Bağırsın, çığırsın,
Rahatlasın.
Seviyorum onu delicesine.
Masaya elini vurduğunda irkiliyorum
Kendime gelip "efendim?" diyorum.
"Dinlemiyor musun beni sen!!!?" diyor.
Dalıp gittiğimi söylesem ne değişecek? Belki daha da kötü olacak.
"Dalıp gitmişim" diyorum.
Ortalık karışıyor iyice.
Bu sefer salak salak sarılıyorum iyice. 
"Kahve istiyor musun?" diye soruyorum "yap bakalım" diyor.
Trip atmıyor ya tapıyorum.
Kavgada etsek zamanımızı trip atarak geçirecek kadar boşa geçirmediği için tapıyorum ona.
Kahveler bardaklardaki yerini alınca 
"Anlat bakalım şimdi sakin sakin" diye konuyu tartışıyoruz.
Belki saatlerce konunun artısını eksisini konuşuyoruz.
Haklıyı haksızı aramadan, 
"eee daha öncede böyle böyle..." diye başlayan cümleleri birbirimizin başına kakmadan
Önümüze en iyi şekilde nasıl yansıtabiliriz diye düşünüyoruz.
O anlık çözüm bulamasakta nasıl olsa üstesinden gelecez diye gülümsüyoruz kimi zaman.
"Ben duşa girecem" diye yanımdan ayrılıyor
Giderken hınzır hınzır gülümsüyor
Mutfak kapısından çıkıp gözden kaybolduğunda ardından yakalamak için fırlıyorum 
ve o an elim bardağa çarpıp dökülüyor.
Koridora gidiyorum banyo yada diğer odaların ışıkları sönük
Ve ben o an anlıyorum;
Belkide sen hiç yokmuşsun da ben kendi yalnızlığımda yaratmışım seni...


21 Nisan 2012 Cumartesi

Geçen Gene Terk Ediliyorum #1

Geçen Gene Terk ediliyorum... Ya arkadaş anlamıyorum bu kadın milletini insan hiç yürüyen merdiven başında terk edilir mi?... Attığı mesajları görmedim. Göremedim. Görmüşümdür belkide ama o sıra neyle uğraşıyorsam elim gitmemiş demek ki. Sonrasında mesaj attığımda cevap gelmedi. Aradım açmadı. Sanırım 22:30 sularında terk edildim.

6 saat önce...

Geçen Gene Terk Ediliyorum
Bakırköy Capacity'de dolanıyoruz. Gerçi dolanıyoruz değil bunun adı, hafta sonu olmuş kolumda birisi vitrin vitrin gezdiriyorum. Daha akşama eve gidip köpeğimi de gezdirmem gerekli bir taraftan da aklımda onun planları. Saat olmuş 16:00 suları falan. Zaten hafta sonunu avm merkezlerine girdiğimde bir gerginlik bi fenalık basıyor beni havalarda güzel artık dayanamayacam derken birden karnımdan gurultular geldi. Aha dedim "tamam şimdi kurtuluyorum bu gezdirme olayından" Ama ne mümkün.

+Hadi bişeyler yiyelim acıkmışım ben baya. Midem çalkalanıyor.
-Tamam çıkarız birazdan şuraya bi girelim sonra çıkalım.
Çıkalım çıkmasına ama gel gelelim girdiğimiz yerden çıkmaz için mücadele edecek gücüm mü kalmış? Şu nasıl oldu? bu nasıl olur? sorularına "yakışmaz, olmaz, hiç beğenmedim bu ne böyle" gibi cevaplar vermeye başlayarak savuşturmaya çalışsam da nafile. Burger, Mc gibi yerlerden pek hazetmediğim için aklımda daha önce mantı yemek için gittiğim bir yer var. Bir tarafta oraya gitme planlarını kuruyorum bir taraftan da alternatif olarak duble iskender yemek için neresi vardı düşünüyorum. Genişçe bir masada önümde duble iskender, güzel bir salata, belki biraz aparatif olarak patates kızartması sonrasında, tatlı ve çay...Bunları düşünürken birden  üzerime Ömer Seyfettin laneti çökmüş gibi hissettim bir an. Neyin Diyet'ini ödüyorum en iyi ben alıp başımı gideyim dedim. Çünkü bu girdiğimiz 4 yada 5inci mağazaydı. Kalktım, mağazan tam çıkarken pat yanıma geliverdi şahsiyet;
- Nereye gidiyorsun?
+ Kızım ölüyorum bak sinirlerim evereste kaçacak bişeyler yemezsem.
- Tamam tamam hadi yiyelim. Ben waffle istiyorum.
+ O ne ya?
- Ben waffle yiyecem bulalım bi yer.
+ Ben iskender planlıyorum? Onu nasıl yapacaz?
- Tamam sende iskender yersin.
Yemesine yeriz ama o ne? Waffle ne arkadaş? Bilmiyorum, yememişim. (bilmiyorum diye gülmeyin olm) Tamam birkaç defa duydum ama böyle çok abidik gubidik şeylerle işim pek olmuyor benim. İsmi bile doyurucu gelmedi bana. Neyse çıktık en üst kata waffle yapan yer arıyoruz. Neyse ki D&R'ın yanındaki yerde yapıyorlarmış attık kendimizi oraya. Açık hava ohh mis derken ateşledim yemek öncesinde bi tane winston yayıldım koltuğa. Menü geldi bakıyoruz ve waffle ilk karşılaşmam.
+ Bu mu waffle waffle diye çıldırdığın şey?
- Evet nasıl çok hoş değil mi?
+ Kızım bu bildiğin ekmeği tost edip arasına çikolata, çilek, kivi neyim doldurmuşlar işte.
- Öyle değil be bunun ekmeği falan ayrı hem tadı çok güzel.
+ Al işte kızım delikli tost ekmeği işte. İçinde de Miami salatası doldurmuşlar.
Ben de o sıra saf saf menüde deli gibi doyurucu bişeyler arıyorum. Yok düşmüşüm farkında olmadan sadece waffle yapan bir dükkanın içine. İnsan hiç yoktan bi tavuk şiş falan koyardı menüye.
+ Kalkalım mı buradan? Adam gibi bişey yok burada yoksa hiç birşey yemeden çıkacam buradan.
- Ya sende söyle bi tane işte.
+ Doymam biliyorsun.
- O halde ben sipariş vereyim. Affedersiniz şundan bi tane içinede...
O hoo hoo siparişe geçildi bile. Hanımefendiye sipariş 10 dk içinde geldi. Başladı yemeye ben kendi mide gurultularımla cebelleşiyorum. Yarım saatte orada geçti waffle denilen zıkkım yüzünden. La bari hepsini bitirseydin yarısını bıraktın be kadın! Ayıp ya!
Neyse kalktık oradan çıktık bir eli göbeğinde sıvazlıyor. Göbek dediğimde ayva göbeği maksimum he. Onu öyle görünce bende attım elimi omuzuna dedim
Geçen Gene Terk Ediliyorum
+ Nejdet abi akşama maç var geliyor musun?
- Ne Nejdet'i be? Ne maçı?
+ Kızım ne sıvazlıyorsun göbeğini!
- Oturdu mideme.
+ Hmm. Normaldir. Wc'ye gidecek misin? Bi o kaldı çünkü...
- Yok.
+ İstersen şimdi sen kaldığın alışveriş mağazasına geri dön ben şurada bi duble iskenderi gömüp geleyim.
- Yok olmaz Hiç öyle şey olur mu?
+ Pardon? Çok yakın zamanda benzerine rastladım.
- Laf mı sokuyorsun bana?
+ Yok valla Estafurullah. Ama ben 15 dakikaya hallederim. Yerim yanına gelirim. Alacaklarını al sen hem zaman kaybetmemiş olursun. Ben biliyorsun pek anlamam. Güzel güzel deyip geçiyorum habire.
- Olmaaaaz!
+ Olur Canım olur Yumuh gözlüm. Biliyorsun ben yedikten sonra öyle oturur biraz çaydı, şuydu buydu diye keyif yaparım eğer sen olursan. Kalkamayız ve geçe kalırız.
- Tamam o halde ben iniyorum alacaklarımı alayım bari.
+ Süpersin hadi dikkat et kendine.

Çok şükür kendimi istediğim etli yemek lokantasına atabilirim artık. Sanırım yürüyen merdivenlerden aşağıya inerken dönüp arkasına baktığında beni göremiş olabilir. Zincirlerimi kopartmışım. Gözüme kestirdiğim iskenderciye attım kendimi. HD İSKENDER DEĞİL. Kayış gibi etleri var oranın. Adını unuttum şimdi ama sinemanın oradaki merdivenlerden çıkınca hemen sağ tarafta. Karşımda birazdan mideme inecek olay yemeği gördüğümde gözlerim doldu desem yeridir. Bir güzel yemek, tatlı, çay keyfinden sonra Mc tarafından ki merdivenlerden inip avm'den dışarıya attım kendimi. Sigaramı yaktıktan sonra yediklerim mideme oturmuş olacak ki karnımı sıvazlaya sıvazlaya evime doğru yol aldım. 


20 Nisan 2012 Cuma

on8 TV ve Okan Bayülgen

on8 TV ve Okan Bayülgen
Çok şükür saçmasapan dizi ve gereksiz reklam pompalamasından kurtulacağımız bir kanal olacak. En azından ben öyle sanıyorum ve diliyorum. Kimin neyin bünyesinden kurulacağı pekte umurumda değil. Ama ibretlik birşey olup diğer kanalların kökten değişim başlangıcı olacak gibime geliyor. Okan Bayülgen'in Salı ve Perşembe günü yaptığı programlarda çıkan anket sonuçları bile en az 13.000 oylamaya sahip olduğu sürece bu işin karşılıklı iletişim olduğunu herkese anlattı. 2 ay önce babamla bile izlerken "oğlum sor bakalım belki cevaplarlar" diye seslendikten sonra artık Tv sektöründe dengelerin herşeyiyle farklı olduğunu tam olarak idrak ettim. 


on8TV'nin ilk basın bülteni;
‘on8tv ulusal kanalların, ‘ailenizin televizyonu’ kampanyalarından farklı, ‘hedef kişisel medya’, ‘yanlızca senin için sloganlarıyla geliyor. Seyirciyi değil, takipçiyi istiyor. Bu açıdan hedef kitlesini anlamak ve saygısını kazanmak temel prensibi. Cep, tablet ve PC’lerle izleme yanlızlaştığı ve kişiselleştirildiği bir dönemde, uyuşturmak ve fırsattan istifade reklam pompalamak yerine ‘yaşamına arkadaşlık etmek’ istiyor. Bu açıdan genç ‘Gençlik Televizyonu’. Gördüğünüz gibi hiç havalı reklam cümlesi kurmadan derdimi anlatabildim. Reklamcılarla konuşurken bir kaç tane sallıyorum muhakkak anlasınlar diye! Sonuçta on8tv eski ve yeni medyayı ortak kullanan ve genç adamların yaptığı bir iş olarak, çok tedirgin edici değil mi sizce de? Bu on8tv’nin ilk basın bültenidir’.
Olayın başında Okan Bayülgen varsa zaten arkasından sorgusuzca tamam diyecek gençliğin içindeyim bende. Bu yüzden sonuna kadar güveniyorum. Ama buna istinaden benimde isteklerim olmayacak değil. İstekler demiyelim de sadece istek diyelim. Tek istediğim internet üzerinden kesintisiz CANLI yayınlanabilmesi. Benim gibi geceleri sabahlara kalan baykuş mesaicilerinin Tvleri izleme lüksü sadece internet üzerinden oluyor. Yani birçoğumuz böyle gidip tv ile mekanda bulunurken bir taraftan iş yapıp bir tarafan kulağımız tv'de olmuyor. Bu sorununda tek çözüm yolu internetten yayın olması! Birkaç sosyal medya programı yaptığını ZANNEDEN programların bile internet üzerinden canlı olarak izlenememesi onların sosyal medya programı yaptırdığını zannettirse de halen Tv sektörünün köleliği içinde kavruluyorlar. Bizimde gözümüzü boyamaya çalışıyorlar güyya! Zaten yayınlanacak olan diziler vs. kısmına hiç girmiyorum bile. Yıllardır 40 dakikadan fazla olmasından yakınılıyordur. Onlarda 40 dkya bağlanır diye umuyorum ki öyle olur zaten. 

Şuna eminim ki alışılagelmiş televizyonculuk anlayışını kökten söküp atacak ve interaktif katılımda bulunacağımız bir kanal olacak... Hayırlısı bakalım kolay gelsin herkese...


18 Nisan 2012 Çarşamba

Hırsız Fotoğrafçılar

Hırsız Fotoğrafçılar
Daha önce fotoğrafla ilgilendiğimden bahsetmiştim sanırım. Profesyonel yada amatör olarak bile değil, sadece "hobi olarak deklanşöre basıyorum" tabirini daha yerinde buluyorum. Çünkü pek üstüne düşecek zamanım olmuyor ve bu işin peşinden koşanlar kadar bile bilgim olduğumu zannetmiyorum. Fotoğrafçılık mevzusu son birkaç yıl içinde büyük çağ atladı. Vesikalıklar, düğün, sünnet fotoğrafçılığı derken işin içine teknolojide girince işin ucu bucağı kalmadan aldı başını gitti. Eskiden herhangi bir devlet dairesinde yada sınav merkezine bile giderken yanımızda götürmemiz gereken üç dört adet vesikalıkların yerini gittiğimiz yerlerde bulunan webcamler aldı. Tab yaptırmak istediğimiz filmliler makinalar kalktı yerine 4gb, 8gb lık hafıza kartları girdi. Sokaklarımızda bulunan "Foto Nejat" tabelaları "Emlakçı Nejat" olarak değişti. 

Ama fotoğraf piyasası öldü mü? Tabiki de hayır. Sadece büyük bir devrim yaşadı veya boyut değiştirdi diyebiliriz. İşin içine photoshop, lightroom vb. programlar girdi ve artık günümüzde manipüle edilmiş fotoğraf (silinmiş/eklenmiş obje gibi) veya fazla renklendirmeli fotoların doğal olup olmaması konuşulmaya başlandı.  Neyse konu bu değil zaten.

Günümüzde fotoğraf çekmek artık telefonlarımıza kadar girdiği bu zamanda artık herkesin yapabileceği gibi gözükse de esasında herkesin yapamadığı ama yapmak için uğraştığı yada BAŞKALARININ FOTOĞRAFLARINI ÇALARAK müşterilerini kandırdığı bir ekmek kapısı halinde. Facebookta mutlaka denk gelmişinizdir "xxx photography" diye sayfalara. Bunlardan kimisi çok iyidir, kimisi kötüdür. Bu insanın beğenisine kalmış bişey tabi ama bunların dışında bizim farkında olmadığımız esasında arasında HIRSIZ olanlarda var. Başkalarının fotoğraflarını alarak "bunları ben çektim bakın portre bakın manzara fotoğrafları" diyerek bize satmaya çalışanlar Çakma fotoğrafçı sayfaları.  İşte tam bu noktada HIRSIZ ile EMEKÇİYİ ayıran bir facebook sayfası var. HIRSIZ FOTOĞRAFÇILAR sayfası bunları ayıklayarak ifşa etmeyi seçmiş. Neredeyse kuruluşundan beri takip ettiğim bu sayfa (o sıralar 200-300 kişiydi) onca zaman içerisinde birçok kişiyi ifşa ederek EMEK HIRSIZLARINI yok etmeyi başardı. Kimisi halen yüzsüz yüzsüz çalıp çırpmaya devam etse de kimisi akıllanıp fotoğraf çekmeye başladı. Ekipleri sağlam, arkasında birçokta destekçisi var. Kavga çıksa indirirler aşa.

Uyanık olun. Facebookta binbir tane sayfa beğenmiş durumdasınız zaten. Bu sayfayı da takip etmenizde fayda var. Belki çok yakında takip ettiğiniz fotoğrafçının fotoğrafları belkide ona ait değildir? Çünkü bahsettiğim sayfada zaman içerisinde nelere şahit olduk nelere... Hiç yoktan yarın öbürgün düğününüz, nişanınız olur, sizin olmasa bile bi arkadaşınızın olur belkide emek hırsızı fotoğrafçıların mağduru olmasını önlersiniz. Düğün, nişan, sünnet, doğum vs. fotoğraflarınız çok güzel olmasını dilerken hüsrana uğramamak adına göz atmakta fayda var. 

Bu dediklerimin yarısını okuyan fotoğrafla ilgilenenler zaten çoktan sayfaya beğenip incelemeye başlamıştır bile, ama fotoğraf konusuna uzak olanlarında bir göz atar umarım.

Son olarak, Işığınız istediğiniz gibi olsun.


16 Nisan 2012 Pazartesi

Teknoloji Bize Zarar mı?

Teknoloji Bize Zarar mı?
Bugün her bok elimizin altında. Esnaf lokantasının duvarında 106 ekran lcd, hepimizin elinde son model cep telefonları, günlüğümüzü farkında olmadan kaydettiğimiz facebook adreslerimiz, twitter vs. vs. (ask.fm linklerini paylaşıp haydi sor sor diye yırtınanlara halen aynen anlamadım. lan zaten diğer platformlardan ulaşabiliyorum her türlü ask mask ne?) Tonlarca oldu. Artık herhangi bir tanesine üye olmazsan eksiklikmiş gibi görülüyor. Herkese ulaşmak artık çok ama çok kolay. Twitter adresi varsa yaz direk, olmadı mail at. Cep telefonunu biliyorsan hemen ara. Heh işte cep telefonu... Belkide olayın kırıldığı nokta burası. Bizim bu zımbırtıyla iletişimleşmemiz gerektiğini düşünüyorum ama çoğu zaman böyle olmuyor.

Dedem, Beyazıt'ta çalışan bir ayakkabı ustasıydı. Eşi benzeri olmayan, kaliteli ayakkabıyı el emeği göz nuru şeklinde yapıyordu vakti zamanında. Zamanında diyorum bu bahsedeceğim olay 90'ların başı diye hatırlıyorum ama henüz ortaları falan değil. Beyazıt'tan eve hava koşulları normal olduğu zamanlarda sadece 1.5-2 saat sürüyordu. Bir yaz günü akşama doğru çok fena bir yaz yağmuru başlamıştır. Bardaktan boşalırcasına derler ya hani heh işte hortumla tutuyorlarmış gibi. O zamanlar İstanbul bu kadar gelişmiş(!) değildi. Bizim bulunduğumuz sokak, diz hizasında su dolmuş evimizin önünden nehir geçiyordu sanki. Neyse dedem normalde gelmesi gereken saat 19:00 civarı olması gerekirken o gün gece 12'ye az bir zaman kala geldi. O saate kadar herkes de bi telaş, herkes de ha geldi ha gelecek tedirginliği yok denecek kadar azdı. Ama bu kadarla sınırlıydı. Normaldi o zamanlar bu tür şeyler. Tedirginlik, telaş limitimiz daha doygun seviyelerdeydi. Dikkatimi çeken şey ise, o saatte geldiğinde b.annemin daha kapıdayken dedeme sarılmasıydı. 
Nerde kaldın herif.
Ama bu yakınma olarak değildi. Sesinde biraz neşe, biraz tedirginliğin kaybolma rahatlığıydı. Arkasında halam sarıldı, sonrasından babam. Dedem bile şaşırmıştı bu duruma. Eve her gün geliyor ama hiç sarılan olmuyordu.
Bu ne böyle, bilseydim hergün geç gelirdim hanım.
Teknoloji Bize Zarar mı?
Bugün tam bir pimpirikli durumdayız sanırım. Üç defa aradığın kişiye ulaşamadığında "Lan acaba???" diye aklımızdaki soru işaretiyle işimize yada muhabbetimize devam ediyoruz. Beşinci arayışımızda eğer gene ulaşamadıysak "Garanti bişey geldi başına" diye pimpirikleniyoruz. Bir telaş bir huzursuzluk kaplıyor daha ulaşamamanın 20. dakikasında.
İşin daha ilginç boyutu da şöyle; ulaştığı halde fırça atıp yüz yüze geldiğinde kavga edenler.
x: nerde kaldın?
y: Çok fazla trafik var.
x: (20dk sonra) Nerde kaldın herif!
y: Daha kavşaktayım çıkamadım.

x: (40dk sonra) Nejat eve gelmeyi düşünüyor musun?

y: Yoldayım dedim ya Nilüfer!
x: (1 saat 15dk sonra) Nerde kaldın sen?
y: Yoldayım dedim ya çok trafik vardı.
x: İnsan bi haber verir geç kalacam diye değil mi Nejat!
y: ?????? Tabi hayatım Haklısın.
Eskiden, cep telefonu yokken nasıl yapıyorduk biz? Meraklanma bardağımız ne zaman dolup taşıyordu?

12 Nisan 2012 Perşembe

Ben Neymiş(m)im

Blogger güzellerinden Missbone vakti zamanında beni ilk kez mimleyerek milli etmişti. O yüzden Missbone adını hiçbir zaman unutamayacam sanırım. Neyse baktı çok güzel devamını getireyim diyerek tekrardan mimlemiş sağolsun ama bu sefer güzel insan Cherry Wine'la birlik olmuşlar. Cherry'de mimlemiş sağolsun. Mimlenenlere biraz baktım da herkes bi börtü böcek durumlarında, birazdan okuyacağınız mim kısa kısa ve biraz aykırı gelebilir;

1) Yemek olsa ne yemeği olurdun?
Mantı
Öyle çok büyük iri taneli hazır mantılardan değil. Büyüklüğü maksimum baş parmağının tırnağı kadar olacak. Tabak güzelce dolacak üstüne SULANDIRILMAMIŞ sadece çırpılmış yoğurt dökülecek. Sıcak mantı yoğurtla buluşup soğumaya geçtiği sırada sos hazırlanacak. Bol tereyağ, 1 yemek kaşığı salça, kekik, pul biber, çok az karabiber (çok az). Bol tereyağından dolayı sulanmış gibi olan sosa 1 çay kaşığı nane atacaksın. Bu sosu biraz olsun toparlayıp akışkanlığını azaltacak. Sonra iyice çırptıktan sonra yoğurtta soğuyan mantının üstüne dök. Afiyet olsun bandıra bandıra ye beni işte. Daha ne olsun.

2) Müzik aleti olsan ne olurdun?
Vita yağı tenekesi. (Sarı olan varya o işte.)
Sonra salın beni ufak yaşta çocuğun o ellerine. Eline altığı ufak bir tahta çubukla tangırdatsın dursun. Çat, Çut sesler çıkartırken bacaklarıyla sıkıştırdığından biraz küt bir ses veririm hatta kısmen yanlarım içeri girer ama eğlencesi büyüktür.

4 Nisan 2012 Çarşamba

Adamlar -Doğa için- Çalıyorlar Abi

1 değil, 2 değil, 3 hiç değil tam 4 oldu. Pekte güzel oldu, çokta güzel oldu. Divane aşık gibi ve uzun ince bir yoldayım parçalarından sonra potpori şeklinde gesi bağları-çemberimde gül oya-çay elinden öteye 'yi tek seferde güzel coverladılar. (sanırım cover deniyor anladınız siz işte he.) Dördüncüsü çoktandır yapım aşamasındaydı çok şükür ki bitti ve Selvi boylum al yazmalım, Çiçek Abbas, Devlerin aşkı'nı birden coverlayarak ziyafete sunuldu. Lafı hiç uzatmayacam işte hepsi bir arada burada.
Eğer sizde destek olmak isterseniz paylaşın, paylaştırın hiç yoktan bloğunuzun kenarında köşesinde "doğa için çal" banneri ekleyebilirsiniz. Adamlar birşeyler yapmaya çalışmıyorlar YAPIYORLAR.



Doğa için Çal 4 - Selvi Boylum Al Yazmalım - Çiçek Abbas - Devlerin Aşkı


2 Nisan 2012 Pazartesi

Che'mim Vol 2

Che'm gene mimlemiş beni sağolsun. Hiç eksik etmez her seferinde mimler beni. Her ne kadar da "tatile gidelim kafamızı dinleriz" teklifimi geri çevirse de severim sayarım kendisini. Neyse sorulara geçelim azizim.

Hayatınızda "artık yok" dediğiniz şeyler var mı?
Yok dediğim şeyin var olması biraz imkansız gibi. Neyse leblebi tozu ve leblebi helvası. Bilmem bilir misiniz ama küçülüğümün vazgeçilmeziydi bu ikili. Leblebi tozunu istinaden de olsa bazen bulabiliyorum. Ama Leblebi helvasına yıllardır denk gelemiyorum. Şuan yazarken aklıma geldi, herhangi bir Koska dükkanında niye aramadığım. Valla mim bi halta yaradı jetonu düşürdü.

Eskiden bu yana neler değişti sizce?
Sokaklar, apartmanlar, kaldırımlar, çocuklar, oyuncaklar, eğlence, arabalar, yatlar, köprüler, tüneller, şehirler, hava, su, toprak, anlayış, hoşgörü, insanlar, dünya, ve tabi ki Çelik... 80lerin ikinci yarısını hasbelkader anımsadığım, 90ları görmüş 2000'ler de işler çığırından çıkmaya başlayarak değişti her şey. Ajda aynı onda hemfikiriz.