14 Mayıs 2012 Pazartesi

Barney Sikerson'a ithafen...

Nerden nasıl başlayacağımı bilmiyorum, böyle durumlarda da genelde hep susarım... Şunu tekrar anladım ki birisini sevmek, birisini anlamak için onu görmek gerekmiyor. Sadece yazdıklarını okumak bile yetebiliyormuş. Bir önceki yazıda da anlattığım gibi bazı blogları okurken kafamda olduğundan fazla kişiselleştiriyorum. Zamanla okudukça da gelişiyor gelişiyor gelişiyor...

Barney... Seni, yazdıklarından ve ara ara attığımız mailler sonucu açılan konudan konuya muhabbetle tanıdım. Kadınlar hakkında yazdıkların sert olsa da esasında bana göre gerekene saygı duyduğun belliydi. Bunun için sadece biraz kafa çalıştırmak yeterliydi. Kadın düşmanı değildin, dilin sertti, sen serttin... Sen hayatta yalnız yürüyenlerdendin bana göre... İşi biliyordun ama herkese karşı aynı değildin. Yazdıkların o kadar ince görüşmüş sert gerçeklerdi ki... Bişeyler vardı yazılarında beni çeken. Bir ortak nokta, bir bişey. Hiçbir zaman düşünmedim ne olduğunu ama bu sanki "yolcu yolcuyu tanır" hesabı bişeydi... Keşke cuma akşamı şu son yazıyı yazmak için içimden gelen bir his hiç gelmeseydi... Keşke maillerle kalmayıpta çok daha fazla seni tanıyabilseydim hafız..
Bir bankta oturmuşuz karşımızda gemiler...Dünya sikimizde değil...Bu sefer bana bişeyler anlatmak yerine susuyorsun...Elimizde biraları yudumluyoruz..."hafız gidip kokoreç yiyelim mi?" dediğimde ses vermiyorsun...Şerefe!

Birkaç yazı daha... 








11 Mayıs 2012 Cuma

Blogları Okurken...

Blogları okurken
Şunu farkettim bloğa bişeyler yazmaktan çok okuyucu rolündeyim. Haftada bir belki iki hafta bir yazıyorum ama her gün gazete okur gibi blogları dolaşıyorum. Yazmama sebebim ise üşengeçlikten kaynaklanıyor. Çünkü uzun yazılarımın çoğunu önce deftere yazıyorum sonrada bilgisayara geçirmeye üşeniyorum. Neyse okuduğum kimi blogu pek iplemiyorum (moda vs. çünkü bana göre değil), kimisi de baya sürükleyici roman tadında yazıyor ki onları takip etmeye çalışıyorum. Onların dışında sürekli iletişimde olduğum ve her yazısını okuduğum (yorum atmayı unutsam yada atacak yorum bulamasam da) blog/bloggerlardan bahsedecem biraz. Daha doğrusu onları okurken nasıl gördüğümü anlatacam. Nasıl oluyorsa kişiselleştirdiğimin farkına vardım geçende. Herhalde ilk tanıştığımdan yada okuduğumdan bu yana nasıl bi profil çizdilerse gözümde o gün bu gündür yazdıklarını okurken hemen her zaman aynı şeyi yaşıyorum okurken.

Önümüzdeki 5 yıl boyunca serbest bir ilişkimizin bulunduğu hatun. İlk tanıştığım blogger. Bu hatunun yazılarını okurken hep sabaha kadar konuştuğumuz, lafladığımız, dertleştiğimiz bir durumda sanıyorum kendimi. Bir öğrenci evinde, önümüzde duran bir yemek masası üstünde muşambadan çiçekli böcekli bir masa örtüsü. Benim önümde bir bardak çay bir taraftan yudumluyorum, onda her zamanki gibi portakal suyu, bir taraftan da yazdıklarını can havliyle harıl harıl anlatıyor gibi. Hangi yazısı olursa olsun aklımda böyle bişey canlanıyor ve okuyorum. Eşek sıpası sürekli anlamadan dinlemeden trip atmaya çalışsa da her seferinde duvara tosluyor o ayrı :) Şu dersleri bi hallette daha fotoğraf turuna çıkacaz beee!!! İlkler ayrıdır. :)


Sorunlu. Ama seviyorum müdürümü :) Egosu tavan olsada bir o kadar da yerde lan! En azından benim gördüğüm öyle ve memnunum. He onun yazılarına gelelim. Kafayı buluyorum onun yazılarında. Zaten yakın sayılırız ve haliyle gözümün önünde karşı kapı komşumun kapıyı açıp bana apartmanda yankılana yankılana bir olayı anlatması gibi geliyor. :) Evet böyle yapacak bişey yok. Bazen de bir çay bahçesinde, gene elimde bir çay, her an bir espiri veya laf sokacakmışçasına karşımda gülen bir yüz, püfür püfür esen bir yaz akşamında muhabbet ediyormuşuz gibi bişeyler eşliğinde yazılarını okuyorum. Şimdi birde müdür falan oldu birde kokona olursa oww baby...

Geçmiş olsun hafız. Etrafımdaki kafa dengi herifler tek tek evlenmeye yol aldıkları şu zamanlarda bu herifin yazılarıyla kafamı açıyor desem yalan olmaz. Belki diğerleri kadar muhabbetimiz bile yok hatta sadece birkaç mailleşmeden ibarette olsa adam işi biliyor. Her ne kadar siyah tabanda dar ve uzun yazılarını zaman zaman okumakta zorlansam da seviyorum bu herifin yazılarını ve tespitlerini. Haa gel gelelim bu adamı okurken ki ruh halime işte orası biraz karışık. Bazı yazılarında bir kongre merkezinde topluluğa şu şöyle bu böyle diye hitap ediyor gibi gelse de çoğunda sanki bir banka oturmuşuz karşımızda gemiler izliyoruz. Dünya sikimizde değilmişçesine bana bişeyler anlatıyor. Kulağım onda, elimizde biraları yudumluyoruz ama konunun tam ortasında "hacı gidip kokoreç yiyelim mi?" dediğim de "hadi lan ben de acıktım" diyecek gibi bir durumda okuyorum desem yeridir. Kokoreççiye vardığımızda konu kaldığı yerden devam ediyor... Böyle de enteresansın hafız bende.

Kokona, kokoş... Ama kötü anlamda değil, iyi hoş sempatik kokona. Şöyle diyeyim Titanic'de Jack'in üstünü başını giydiren bir şendul vardı ya. Heh işte ta kendisi. :) Böyle yarım yamalak olsa da tanıyoruz birbirimizi. Eee bu hatunun yazılarını okurken ise kendimi Büyükada'da bahçesi olan bir ev, karşımda demir, yuvarlak, ayak kısımlarının boyaları kısmen deforme olmuş beyaz bir masada çayımızı yudumlarken anlatıyor sanki başından geçenleri. Hee birde kucağın kedisi ve masanın üstünde otisabi'nin kitabı... Bana anlatıyor anlatmasına ama az yaban çakalı değil yoldan geçen gençleri de bir taraftan kesiyor gözleriyle... :) 

Sadece attığım yorumlardan belki tanıyor belki tanımıyor. Ama yazmaya başlayalı okuyup takip ettiğim kişilerden birisi. Hiç tanışmıyoruz hiç tweet bile atmışlığımız yok. Ama yazılarını seviyorum. Aklı olduğunca başında son zamanlarda yorgunluktan ve yoğunluktan pek bi şikayetçi olsada... Pek bi atarlı, pek bi harbi... Hayalimde ise 30lu yaşlarına ramak kalmış, biraz uzunca boylu neden olduğunu bilmiyorum ama sarışın diye gözümün önünde canlanıyor. Yazıklarını okurken Lost'un arka bahçesi ambiansında okuyorum. Yani oradayız ve anlatıyor bana bişeyler. Lost'u Bakırköy'e gidenler bilir, 1 tane büyükçe bir ağaç ve dalların çok güzel gölge görevi gören bahçede tahtadan masalar, duvarlarda sessiz plazmalar, plazmalarda müzik kanalı, kulağı rahatsız eden müzik plazmalardakinden farklı... Böylede saçma bir yer işte. Sağımızda bar var, küllükte iki sigara, biralara eşlik ediyor. Sonra sevgilisi gelip bana dalıyoasdkansdajsdb... Gözümü bir açıyorum Acıbadem acildeyiz. :)) 

Kafasını her an belaya sokacak gibi. Daha ergen ama diğer aynı yaşta okuduğum bloggerlara istinaden daha sert ve daha farklı bir platformda olduğu için sürekli okuyorum. Asi ve anarşist geliyor. Yazdıkları farklı bir dünya. Aynı yaştakiler "öff üni'deki kız kıskandı vs" diye yazarak tespit yaparken bu hatun "müşteriyi dövdüm aldım façasını aşa hacııı" tarzındaki durumları ister istemez ilgimi çekiyor... Pek bi muhabbettimiz var, var da işte çok kopuk kopuk olmasına rağmen ben onu o beni tanıyor gibi. Ama ben onu okurken bir parkta tahterevalli'nin bi ucunda o bi ucunda ben birde onun elinde simit sanki duymuyormuşum gibi bağıra bağıra bişeyler anlatıyor gibime geliyor. Anlatıyor ama sürekli ya o cool adam ya başka bir onu seven herif. Hiç olmadı kırmızı ruj sence nasıl? Ya kırmızı kot? Sürekli söylememe rağmen sonuçların hepsi hayalkırıklığı vs... Ama o da bi çılgın tabi :))

Velhasılkelam böyle saçma sapan kısa kısa bir yazı oldu. Yani her zaman böyle olmuyor tabi. Kafamın rahat olması gerekiyor böyle moda girerek okumak için. Bazen sadece ekrana bakarak okuyor gibi oluyor hepsi bundan ibaret kalıyor. Yazmayı unuttuklarım, yazmadıklarım alınganlık vs. göstermesin durduk yere. Saat geç oldu zaten. He birde herkese olmuyor tabi tanıdıkça şekilleniyor değişiyor bir nevi yaşayan kitap gibi oluyorsunuz beynimde... ve sizi okumak hoşuma gidiyor... Bilin istedim. Evet katılıyorum, Delirdim...

Şuan aklıma geldi de bu olayı Mim, Ödül gibi şeye dönüştürerek yeni bir akım mı başlatsam? Yük altında bırakmak istemiyorum kimseyi çünkü bana biraz yük gibi geliyor. İsteyen yapar farketmez başlamış olur hoşunuza giderseniz yapın gitsin yaa... Yada siktiredin gitsin... :)