30 Mayıs 2012 Çarşamba

İstanbul'un Ölüm Grubu (500T Otobüsü)

500 t

Tuzla-Cevizlibağ arasında gidip gelir.
240 Dakika sürer.
FSM Köprüsünü kullanır.
İstanbul'un en uzun mesafesini giden otobüs hattı.
500t için genel bilgi böyledir, ama bununla sınırlı değildir. Her İstanbul'lu bu hattı mutlaka bir kez tadacaktır. Bu hat şakaya gelmez. Bildiğiniz bütün otobüs taktiklerini geride bırakın ve dinleyin.

Dünya'da kaç tane otobüs hattı var acaba KITALAR ARASI sefer yapan...

3-5 dakikada bir duraklardan otobüs kalkar ama ara duraklarda her daim fazlasıyla doludur. Beklediğiniz durakta 3-4 tane 500t arka arkaya görme ihtimaliniz vardır. Bazen 1 dakika içinde 3-4 tane gelme ihtimalide vardır. Macera Avrupa yakasında Cevizlibağ'dan başlar ve taa ebesinin çorabına kadar yani Gebze'den önce Şifa mahallesinin içinden geçerek Yeni mahalle sınırında biter. Yada tam tersi. Aynı yolu otobandan gittiğinizde Kocaeli il sınırı tabelasını görürsünüz. İstanbul'un her tarafını görür büyük istanbul turu yapmış olursunuz. 

Muavinli zamanlarında -eskiden- birlikte muavine tepki ve posta koyar, gene birlikte bitmek bilmeyen arkalara doğru ilerlersiniz. Yol boyunca ayaktaysanız sıçtınız. Hemde ne sıçtınız! Sen sıçmadıysan başkası sıçtı çünkü arada o bok kokusu gelir burnuna! Ama korkmanıza gerek yok. Bayılmazsınız. Bayılsanız bile anlamazsınız. Hatta bayılsanız bile yere düşme ihtimaliniz olmadığından dolayı sizi görenler uyuyor sanır ve ellemezler. Yer yer ayaklarınız yerden kesilir. Ayıldığınızda, bayıldığınızın farkında olmadığınız için "hah, içim geçmiş" dersiniz. "80 kişilik" yazan tabelaya gözünüz takılır, güler geçer, içeride 150 kişiyle birlikte arabanın fren ve gaz tepkilerine göre hareket edersiniz. Sabahın 6-7sinde bile iklim koşullarına göre bu rakamı yakalamanız mümkündür. 

500 t
Yolcular artık ön kapıdan binemeyecek duruma geldiğinde devreye orta ve arka kapılar girer. Duraklarda ön kapı yerine orta ve arka kapılar açılır önce binecekler biner sonra inecekler iner. Bu devir teslimden sonra kapılar kapanıp, kapı arasında bir iki kişinin sıkıştığını görmeniz doğaldır. Yolculuklarına öyle devam edenler bile var. Sonrasında içeride elden ele dolaşan akbil curcunası olur.

500T'ler İstanbul'un en uçarı kaçarı arabalarıdır. Trafik ne kadar sıkışık olursa olsun yolunu bulur. Bi'nevi su gibidir. Eminim başbakanın arabası o trafikte olsa yol vermezler. 500T'lere itibar ve bol bol tırsma olduğu için herkes yol verir, sol şeritten kaptırıp gidebilir, bmw, mercedeslere kafa tutarlar, yer yer emniyet şeridinden sizi ulaşmak istediğiniz yere ulaştırmak için son noktadaki hızlara kadar çıkarlar.

500t
Yağmurlu havalarda dışarıda ne olduğunu merak edip göremezsin, dışarıdan otobüse bakınca da içeride var merak edersin. Camlar o kadar buğuludur ki "seks otobüsü" sanırsın. Eğer yağmurlu günlerde 500t otobüsüne binilecekse hiçbir zaman boştur diye düşünülmemelidir. Bazen buğudan dolayı boş zannedip sevinç yaşansa da kapılar açıldığında üzerine düşen konserve insanları görünce "kaderde varda düzülmek neye yarar üzülmek" tadında otobüse adım adım yaklaşırsın. Eğer içeride halen ayakta gidebileceğin yer varsa o otobüs "boş"tur. Kimi zaman sağlam bir şekilde binip, indiğinde nezle, grip kapıldığı da görülmüştür.

Sıcak havalar çok daha janjanlı seferler sizi beklemektedir. Her tür ter ve parfümle harmanlanmış koku genizlerinizden içeri işleyince insana narkoz etkisi yaratıyor. Hayatla bağınızı 15 cmlik açık camlardan sağlıyorsunuz. Eğer cam kenarında oturuyorsanız biraz daha şanslısınız, fakat güneşin konumu sizin taraftaki cama geliyorsa... Eridiniz.. Yapış yapışsınız... Tek tarafınız bronzlaşmaya başladı bile... Birde omzuna yıkılan adamın teri...

500t
Yolcularının %70i erkektir. Geri kalanı çocuk ve yaşlı teyzelerdir. Genç güzel hatun görme olasılığı dört yapraklı yoncaya rastlamak kadar azdır. Güzel hatun hiç yok değildir. Elbette vardır ama kalabalıkta kaybolurlar. Oturuyorsan ve uyuyor numarası yapıyorsan yaşlı teyzeler bu numarayı yemezler. Zaten 500T'ye bindiğine göre profesyoneldir. İngiltere Premier Ligi misali... Direk başına dikilir, sadece bakışlarıyla psikolojik baskıyı kurmayı başarırlar. Maksimum 10 dakika dayanabilirsin. Gerçekten uyuyorsan ilk fren yada virajda gelen sert bir dirsek darbesiyle uyanırsın. Sıkışıklıktan dolayı herkes istese de istemese de fordçudur. 

Yolculuk sırasında şehrin bütün zümrelerindeki insanların bulunduğu yerden geçersiniz. Her telden insanın o otobüse binme ihtimali vardır ve 500T yeri gelir askerlik gibi bir duruma dönüşür. Her telden insan görür ve tanışırsınız. Çuvallar, yatak, yorgan, tavuk, kurbanlık koyun arasında gitmişliğim de vardır. Cevizlibağ'dan binip son durağa kadar gidecekseniz,
Topkapı'da, herhangi bir işportacı,
Edirnekapı'da, muhtemelen Eyüp'ten yukarı yardırmış bir teyze,
Levent'te, geldiğinizde plazada çalışan iyi giyinimli köle,
Kavacık'ta, memleketin uç noktasından gelmiş şehirler arası otobüsten henüz inmiş elinde valizleriyle birisi,
Bostancı'da, bahtına ne çıkarsa,
İçmeler'den, tersanede çalışan birisinin... değişimli olarak yanınıza oturduğunu görebilirsiniz. 

500 t
Bindiğiniz anda yolculuk boyunca sabrınız sınanacaktır. Özellikle Avrupa-Anadolu arasında geçiş yapacaksanız o zaman işiniz çok daha zor.  Hele birde ayaktaysanız artık kaçarınız yoktur. 30 dakika sonra gözünüz döner. Yer kapmaya çalışırsınız. Yere oturmak en mantıklısıdır. Merak etmeyin kimse size yukarıdan bakmaz bu otobüste bu tür davranışlar olağandır. Yanık lastik kokusuyla biraz olsun rahat bir yolculuk sizi bekler...

240 dakika total süre yani gidiş geliştir. Fakat büyük bir yalandır. Ölçümlerime göre vardığım en kısa süre 2 saat 26 dakikadır. Zaman zaman 3 saat 20 dakikadan fazla süren yolculukların içinde bulunursunuz. Otobüsten inince oturup 10 dakika dinlenerek tramvayı atlatmaya çalışırsınız o sırada dünyanın varlığını sorgulayıp uhrevi duygular içine bile girebilirsiniz. 

Olur da bir gün bir çılgınlık edip 500T'ye binerseniz diye
Şimdi tüyo zamanı;

  1. Öncelikle Topkapı'dan binenler istikamet değiştirip Cevizlibağ'dan binmelerini şiddetle tavsiye ederim. Eğer Avrupa'dan Asya yakasına gidiyorsan, en boş olduğu ve oturma garantili olan tek yer Cevizlibağ. Tabi bu kış aylarında akşam iş çıkışı saatine göre değişebilir.
  2. Açılır gibi gözüken yada "şu camı açayım da hava alayım biraz" diye gözünüze kestirdiğiniz camları hiç ellemeyin. Açılmaz. Cam aralık ise en fazla o kadar açılıyordur. 15 cm aralıktan içeri giren havayı idareli kullanın.
  3. Şifa mahallesine girişteki rampada ardarda gelmiş en az iki adet 500t otobüsü mevcut ise sizi bir yarış beklemektedir. Yaklaşık 1-1.5 km'lik rampada formula 1 heyecanını ayağınıza getirir. Gidiş-geliş olan ve en fazla Monaco Grand Prix'si genişliği bulunan o rampada iki otobüsün yan yana geldiği an gençken yaşanması gereken 100 haz'dan birisidir.
  4. Sakın ama sakın dalgınlıkla 2-3 durak önce ineyim demeyin. İndikten sonraki o kurtulma hissi kursağınızda kalır ve tekrardan ölüm grubuna gireceğinizi bilmek hayattan kopmanıza yol açabilir.
  5. Gençler uyku numarası bu otobüste işlemez. Çünkü bunu kullanan genel kesimlerden biriside şuursuzca kalk teyzeye yer ver diyen insanlardır. Yemezler. Uğraşmayın. Kavga etmeyin.
  6. Şoförlerle dalaşmayın! SAKIN!
  7. Alternatif yolunuz yoksa uzak durun.
  8. Allah hepimizin yardımcısı olsun.
Not: Sevgilinizden ayrılmak istiyorsunuz ama bir türlü yolunu bulamıyorsanız 500T ile Cevizlibağ-Tuzla arasında gidip geri gelin yeter.

- unutmadan -



24 Mayıs 2012 Perşembe

Uzun Evliliklerin Sırrı

Burada evlilikle ilgili ahkam kesmeyecem elbette ama "bence" bir kaç tespit, belkide görüşümü bildirecem. Zaten her sitede "uzun evliliklerin sırrı" ile alakalı olarak bolca yazılar var. Hatta aylık çıkan her derginin içinde bile iki ayda bir tekrarlanan uzun evlilik anketleri, kelamları vs. vs...

Ben henüz evlenmedim, ucuna bile gelemedim, hatta etrafımdaki çoğu çift boşanmış durumda. Ama tespit yapmayacağım anlamına gelmiyor tabiki. Çünkü şöyle düşünün, belkide dediklerimi onlarda görmediğim için hepsi boşanmıştır? Neyse çok uzatmayacam belkide bu dediklerimi sevgilinizle uygulayabilirsiniz. Hem bir değişiklik olur. Zaten o sürekli başınızı koyduğunuz tek kişilik, ince yastığı bel altına alarak seviş seviş nereye kadar? Farklı şeyler de deneyin.

Kural 1: Yatağa Küs Girmemek
Tamam zaten bunu hepimiz biliyoruz ama uygulamıyoruz. Bunun üstüne pek bişey demeyecem, zaten kural ikinin yolunu yapmak adına mecburen yazdım. Ama ister istemez insan en çok sevdiğini öldürdüğü için gün olur seyran olur baya bi zaman gelir büyük bir kavga, trip vari şeyler olmaya başlaması doğaldır. Haliyle ardı ardına derken artık yatakta bile olmaması gereken küslükler başlar ki iş buraya geldiyse mutlaka ilişkiyi bir check-up'a sokmanın zamanı gelmiştir demektir.

En Önemli Kural 2: Tek Yastık.
Genelde hepimiz anneanne yada babaanne yastığı olarak biliriz. Böyle kolon gibi uzuncana ve bütün yatağı kaplayan kütük gibi yastık. Evliliğin anahtarı bu yastıkta yatıyor bence. Çünkü seviştikten sonra olsun, kavgadan sonra olsun kıçını dönüp yatma yastığa sarılarak uyuma olayını ortadan kaldırıyor. Mesela çatır çatır seviştiniz ve sonunda bitkin düşen vücudun isteği 3-5 dakika olsun dinlenmektir. Bu sırada biz erkekler, genelde yaptığımız hareket o şaşkoloz zaman diye tabir ettiğim zaman aralığında bilinç yerinde olmadığı için çoğu zaman yastığa sarılıp uyuruz. İşte anane yastığı bu salakça durumu ortadan kaldırıyor. O yastık aranızı birleştirir. Yeri gelir çiftlerin ikisi birden yastığı ortalarına alarak uyurlar (deneyin) Bence büyük büyük büyüklerimiz yastığa sarılıp yatmak yerine birbirlerine sarılıyorlardı. Öyle kocaman yastığın altına başlarını gömüp trip attıklarını da sanmıyorum! Yanındakinin canını sıktıklarını! Düşünün bir bakalım anane yada babaannelerimiz zamanında hayat bugünkünden daha rahat mıydı? Bir şeylere ulaşmak daha mı kolaydı? Tam aksine adamlar karne ile ekmek alıyorlardı! Bu kadar rahata varıp "Amaaaaan koy götüne" cümlesini kurmak yerine direniyorlardı sonuna kadar. Rahat bulup kıçlarını yaymıyorlardı... Bana anlatılıp benim duyduklarım yada eski filmlerden, fotoğraflardan gördüklerim kadarıyla baya bir zordu. Biz şimdi nostaljik diye farklı bi hava katıyoruz ama o zamanlara gitsek hemen kaçarız! 

Onlarda yer yer isyan edip belki birbirlerine bağırıyorlardı ama "Tek yastıkta kocuyorlar"dı... Kokuları ise ayrı ayrı yastıklar yerine tek yastığa siniyordu. Uyku sırasında soludukları kokular kendi kokuları yerine birbirlerinin kokularıydı. Bu yüzden birbirlerini benimseyip, bencil olmuyorlardı...

Bence evinizde tek yastık bulundurun. Bir farklılık olsun deneyin. Kaybedecek neyiniz var? Hiç yoktan fantezilerinizde çok yardımcı olur.

22 Mayıs 2012 Salı

Yılın 20. Haftası Salı-Çarşamba

Bebek parkı
Nasıl bir haftaydı hatta iki haftaydı hiç anlamadım. Ne sıra geldi geçti... Nasıl oldu? Ne yaptık? Bu nasıl hızdı düşünüyorum da hiçbir şey hatırlamıyorum desem yeridir. Hatırlayabildiğim, haliyle anlatabileceğim tek kısım geçen hafta.
Pazartesi akşamı adaşım geleceğini haber verdi. Tee Kuşadası'ndan. Aceleye geldiği için biraz ayaküstü oldu ama sıkışık dönemde halledebildik ve sorunsuz da atlattık. Ama söz konusu adaşım olunca işler değişiyor. Herif tam kafa dengim. Nasıl anlaştığımız kimse anlam veremiyor. Daha doğrusu ikimiz arasındaki muhabbete birisi şahitlik ettiğinde sıkıntıdan patlayanlar olduğunu gördük. Hatta yer yer masadan kalkıp gidenleri hiç saymıyorum bile... Kısacası adı saçmalamak oluyor ama biz fazlasıyla keyif alıyoruz. Ne olursa olsun daha önce bahsettiğim gibi etrafımdaki arkadaşlarımın bir kısmı evlilik arefelerinde olduğundan dolayı pek bişey yapamaz olduğum şu dönemde ilaç gibi geldi. Zaten ikimiz yan-yanayken yaptığım tek şey bol bol içip, stokları tazelemek oluyor. He adaşı anlatacak olursam, bana 10-13 kilo kadar ekle al sana adaş.

Salı 14:00 Civarı...
Adaş gelir ve olaylar gelişir. Selamlaşmadan sonra eve doğru yola düştük ki tramvayda ilk atılımlarımızı konuşmaya başladık. Evde biraz sohbet yemek hazırlığı derken klasik "nasıl gidiyor orada havalar nasıl" kısımlarını atlattıktan sonra gene ortak paydamıza ulaştık.
Adaş: Durumlar nasıl?
Ben: Boktan!
A: Niye lan?
B: Aylık olarak hayatıma giren ortalama kadın sayısı, hayatımdan çıkan kadın sayısından daha az. Dolayısıyla bir tür cari açık veriyorum şuanda...
A: Stoklarda sıkıntı var yani.
B: Bahardan sanırım.
A: Yapar. Bahar yapar adaş...
B: Bahar vardı senin noldu?
A: Bilmiyorum. Noldu?
B: Bilmiyorum.
Derken akşam olur, uğrayacağı birkaç yere uğrar işlerini görür gelir. Yarının planı çoktan yapılmıştır. Birkaç bira içilir havadan kara konuşulur... Adaş yokken benim içim geçip 2-3 saat kadar uzandığım yerde uyuyakaldığım için sabah 7'de anca uyuyabildim.


sokak fotoğrafları
Çarşamba 15:30 Civarı

A: İstersen bekleme adaş sen dön ben yolu öğrendim nasıl olsa.
B: Yok adaş ben fotoğraf çekerim zaten.
A: Yağmur var.
B: Berekettir.
A: Bereketini gör o halde. Ben herhalde 1 saate işi hallederim.
B: Parktayım. Güneş açarsa işler yoluna girer merak etme.
A: Güzellikler senin olsun.
B: Güneş, güneş... Buralar güneşle çalışıyor..
A: Kaçtım ben.
Artık an itibariyle Bebek parkında gene yalnızım. Havada çiseliyen yağmur parkta dolanıyorum. Elimde fotoğraf makinem bakınıyorum etrafa ne var ne yok diye. Pek bişey yok. Parkta yalnız kovboy edalarında dolanıyorum mal mal... Bir taraftan da oturacak kuru bir yer arıyorum. Her köşeye bakındıktan sonra kuru bir yer olmadığını anlayınca sahil kısmında bulunan banklara "ıslak bankta oturma pozisyonu" halinde kuruldum. Yani sırtımızı dayadığımız yere oturup ayaklarımı normalde kıçımızı koyduğumuz yere koydum. 20 dakika hafif yağan yağmur keyfinden sonra çıkan güneş...Offf.. Sen nelere kadirsin güneş. Tatlı tatlı ne güzel okşayıp ısıttım sırtımı...
Yağmur duralı daha 10 dakika olmadan köpeğini alan parka koşmuş gibi birden ortalık köpeğini gezdirenlerle doldu. Güneşte gittikçe artıyor, saha şartları fotoğraf çekmeye müsait hale geldi, sadece kadraja girecek güzel bir bişeyler bulmam gerekli... İskeleye yanaşıp birkaç foto oradan çekerken birilerinin kadraja girmemek için duraksadığının farkında vardığım anda aradığım güzellikleri bulduğumu farkettim. Birisinin boyu maksimum 1.70 civarında 45-49 kilo, diğerinin boyunun maşallahı var 175'den biraz uzun ve 55, 5de benden olsun 60 kilo gibi. Ufak bir gülümsemeyle "buyrun geçin" dedikten sonrada haliyle doğru anı kollamak için beklemeye başladım.  

Sürekli fotoğraf çekiyorlar, sürekli arkalarına boğazı alıyorlar, olmuyor tekrar deniyorlar, bankta, iskelede, iskelenin kenarında bulunan merdivenlerde fotoğraflar... Muhtemelen de kısıtlı zamanları var. Ki bu havada düzgüncene giyinip çıkmışlar. Ayakkabılara baktığımda temiz belkide buralarda oturuyorlar ama yağmurdan dolayı yanlarında şemsiye var belli ki sabahtan çıkmışlar ve demek ki gezmek için burada oldukları belli... Anladım bunlar buralı değil hiç sarmaya gerek yok. Neyse oturdum biraz daha bankta bakınırken karşımda yağmur yağarken yağmura aldırış etmenden uyuyup ıslanan ve bana eşlik eden köpeğin kaşlarının hareketlerine dalmışım. Dalmışım ama aklım nerede hiç bilmiyorum. Soluma döndüğümde kızların biraz daha yaklaştığını gördüm ama bir şey için cebelleşiyorlar belli. Bir hırıltı var. Bu sefer onları izlemeye başladım ne yapıyorlar diye. Çok geçmeden kendilerini çekmeye çalıştıklarını farkettiğimde göz göze geldik. Baya baya baktılar yani. Bende zaten mal mal bakıyorum öküz gibi. Bu kadar baktım bari yardım edeyim diye kalktım gittim yanlarına;
B: Merhaba iyi günler.
K: Merhaba.
B: İsterseniz yardımcı olayım. Verin şunu ben çekeyim de cebelleşmeyin.
K: Çok teşekkür ederiz.
B: Hoş bu fotoya baktığınızda aklınıza bile gelmeyecem biliyorsunuz değil mi?
K: Nasıl yani?
B: Yok bişey. Yanaşın biraz.
B: Buyrun, İstanbul hatıranız.
K: Teşekkür ederiz, sağol.
B: İyi gezmeler.
sokak fotoğrafları
İyice anladım ki turlamaya çıkmışlar. Belli ki buralı değiller ve bu yüzden burnundan getirip sıkmamak adına pekte ilerletmedim muhabbeti. Başka hedeflere yöneleyim derken sıkıldım zaten birde hevesim kaçtı. Ardından parkın oradaki büfeye attım kendimi. (ilk fotoğrafda uzanan yolun sonundaki) Çok geçmeden adaş aradı işini halletmiş "nerdesin?" Büfeye gelip sonra bişeyler atıştırdıktan sonra turlamaya başladık. 
A: Naptın?
B: Bakındım.
A: Var mı doyurucu bişeyler.
B: Kemik sıyırmak istersen var.
A: O derece zayıflar... Nerdeler?
B: Bilmem. Gitmişlerdir çoktan.
A: Eee?
B: Buralı değiller adaş. Napayım? Fotoğraflarını çektim diretmedim...
A: O halde sıra bende...
B: Gel, şurada güzel birkaç yer buldum
.
Bebek parkında şu kilo verme aletlerinin yanında kesilmiş ama kaldırılmamış büyük kütüğü hemen herkes bilir. Orada birkaç kare fotoğraftan sonra sahil kısmında pan tekniğini uygulanmış foto yakalamak için takılırken
A: Kemik sıyırmak istiyorum!
B: (kafamı baktığı yöne çevirdim) Buralı değiller adaş.
A: Olsun bende buralı değilim?
B: Sende insansın be adaş.
A: Gidelim o halde?
B: Bekle şu fotoyu yakalamam lazım. İnat yaptım. Tekrar yürü...
A: Adaş zaman geçiyor.
B: Yürü.
A: Adaaaaaşşş!
B: Tekrar Yürüüüüü
5-6 deneme sonunda doğru enstantane ve ona uygun yürüyüş hızını tutturduk ki birkaç net foto yakalayabildim. (Lensin IS özelliğinin olmaması!!!) Baktım ki oturuyorlar aceleleri yok. Takılıyorlar konuşuyorlar bizde oturduk diğer uçtaki banklara. Adaşa durumu anlatıyorum. "Buralı değiller, bak çünkü böyle böyle... adaş" diye. İkna ettim bizim hayvanı zapedettim konuyu "nasıl geçti sen naptın gittin işini hallettin mi?" lafına bağladım ki kızlar önümüzden geçinde bi dikkatimiz dağılıp uzun uzun göz göze gelsekte konudan sapmamayı başardık. Adaş kendi olayını 10-15 dakika boyunca anlatınca, saatin artık gitme vakti geldiğinin farkında varınca olayın devamını yolda anlatır diye kalktık. 10 adım attık atmadık kızların yanında geçerken zaten 1 saatten fazladır parktayız hepimiz, ya göz göze geliyoruz ya denk geliyoruz diye Sadece ama sadece laf olsun nasıl olsa "yok sağolun" diyeceklerini bildiğim için "iyi günler varsa başka çekilecek foto yardımcı olalım" dedim. 
KısaHatun: Var esasında.
UzunHatun: Bir türlü yakalayamadık.
A: Peki o halde yardımcı olalım adaş.
B: Olalım hadi.
KH: Havada yakalamaya çalışıyoruz ama olmuyor.
UH: Evet flu çıkıyor.
B: Bununla zor tabi. Erken basarsanız deklanşöre gecikmeyi alırsınız.
A: Evet öyle anlamasamda...
UH: Nasıl yapacak peki?
A: Birde ben deneyeyim.
KH: Elindekiyle olur herhalde.
B: Şöyle yapalım o halde ben benim makineyle çekeyim isterseniz sonra maile atarım.
UzunHatun: Olur tamam.
A: Ben de ufakla deneyeyim o halde. Adaş uçur şunları bakalım.
B: İlk önce kim zıplıyor.
UH: Ben.
B: Tamam.... Olmadı tekrar zıpla... Olmadı tekrar... Tamam. Bak bakalım nasıl olmuş?
UH: Göbeğim açılmış....
5 dakika sonra...
KH: Bu arada adınız?
B: Lokes
UH: Sizin?
A: Şaşırmayın benimde Lokes.
15 dakika sonra...
UH: Siz nerelisiniz?
B: Ben İstanbul'luyum.
A: Ben de Kuşadası.
KH: Manisalıyım...
30 dakika sonra...
A: Hadi ya... Halbuki ben hep oradayım. Bir daha gelince mutlaka haber verin.
UH: 3 hafta sonra gelecem zaten tekrardan, sen ne zaman dönüyorsun?
A: Cuma günü.
KH: Sende gidiyor musun?
B: Tabiki de. Sen gitmeyecen mi?
KH: Ben de gidecem sanırım.
B: 3 Hafta sonra Kuşadasındayız... iyimiş.
taksim nevizade
50 dakika sonra...
B: Bira 50lik? 70lik?
KH: 35lik olsun.
A: Her zamankinden adaş.
UH: yok içmeyecem.
B: 4 tane 70lik.
KH: 35lik demiştim.
B: Biliyorum.
1.30 dakika sonra...
A: Akşama taksimdeyiz o halde?
B: Kesinlikle.
UH: Önceden planımız vardı değiştiremeyiz.
KH: Akşama plan olmasaydı olurdu da...
B: Biz oradayız sizde orada olacaksınız. Lütfen.
A: Bu sefer bize kalksın. Şerefe.
2.10 dakika sonra...
KH: Telefonları verdik zaten akşama görüşürüz o halde.
B: Tamam. Eve gidecektik ama artık direk taksime gideriz.
UH: Biz gelemeyiz önce eve gitmemiz gerekli.
A: Tamam. Saat 9da görüşürüz o halde.
UH: Kesinlikle.
B: Bişey olursa cepten ulaş mutlaka.
KH: Tamam.
Velhasılkelam bundan 3 saat kadar önce eve dönmemiz gerekirken bütün planlar değişti. Kısa olanının civarda bir yerde kaldıkları arkadaşlarının evi varmış, onları yolladıktan sonra bizde taksime gittik. Zaten akşam kalabalığına yakalanınca hatunlarla buluşmamıza 1 saat kala anca vardık. Bi'şeyler atıştırırken telefon çaldı. Arayan Kısa boylu. "Nerdesiniz? Biz yarım saate kadar taksimdeyiz" haberini aldıktan sonra
B: Geliyorlarmış.
A: İyi.
B: Nasıl yapalım?
A: Farketmez, akışına bırakacaz.
B: Nasıl farketmez lan! Nerden nereye geldi olay. Ne bileyim giderayak selam veripte işin buraya kadar uzayacağını...
A: Eeee? Vermeseydin selam!
B: Ben miyim suçlu?
A: Şimdi bu zamanın o anının suçu mu? Zamanın o anında orada olmanın suçu mu? Yoksa zamanın o anında o kadının orada olmasının suçumu?
B: 70liklerin.
A: Muhtemelen öyle... Saat kaç?
B: Şimdi.
A: Kalkalım o halde.
taksim nevizadeSaat 12:30...
Ben 3. tek buzlu vodka siparişimi verdim. Hatunlar gitarcının gitarından çıkan Romen havasında kıvırtıyorlar adaşta onlara eşlik ediyor. Ben de bilmediğim için romen havası hatunları hayran hayran izliyorum. En uç noktamdan vurdular resmen. Romen havası oynayan hatunu izlemek oldum olası hoşuma gitmiştir. Ama hepsi güzel oynamadığı için bu konuda seçiciyimdir. Fakat karşımdakiler sınıfı rahatlıkla geçtiler...

Saat 02:30 Civarı sanırım.
Kafam ses ve alkolden göt olmuş durumda, gömleğimin bir tarafına devrilen 1 shot tekila, kokusu ve ıslaklığı sarmış. Her zaman olduğu gibi bizim elemanlardan birisini arayıp konaklayacak yer ayarlandıktan sonra kahve içmek için eve geldik. Sonrasını hayal meyal hatırlıyorum. Kahveyi içtim mi bilmiyorum. Üzerimde yorgunluk ve gece uyumayıp sabah 7'de yatıp 11'de kalkmanın uykusuzluğu. Hatırladığım birkaç şeyden birisi bir boyun, sırtıma çullanan birisi, enteresan ve ne olduğunu çözemeyip 10 dakikadan fazla baktığım biblo, ince bir bacak, birde şu bel kısmında hafiften belirgin kalça kemikleri... Sonrası hafızada yok...
Not: Devamı olan Perşembe-Cuma kısmı taslak halinde bitirilmeyi bekliyor...

15 Mayıs 2012 Salı

İki Kere Şampiyon Ligtv!

Şimdi geçenden yarım bıraktığım iki konu ve bir şişe hakkında birşeyler yazacam. Bir senedir şikeydi, uefaydı, fifaydı derken dananın kuyruğu çok şükür koptu. Herkes rahatladı. Şampiyon Galatasaray'ım oldu.  Eee doğal olarak şampiyonluk kutlamaları vs. derken benim tek gecem öyle geçti. Etrafımdaki arkadaşlarımın bir çoğu Fenerli olduklarından dolayı, bir Galatasaraylı arkadaşımla beraber hepsine bira yada vodka servisi yaparak geçti. Şampiyonluk maçından sonra hepimiz zaten bir aradaydık diyebiliriz her derbi sonrası yaptığımız gibi kazanan, kaybedene birasını, vodkasını ısmarlama gibi anlaşmamız var. Eee tabi arada "gene yaktınız lan stadı nedir o stadın sizden çektiği anrgy birdsler" gibi ufak tekef laf sokmalar, espriler vs. arada kaynadı ama o kadar körü körüne bir takıma aşık olmaya gerek duymuyoruz. Sonrasında başımızda ağrımıyor bu yüzden kırgınlık yada alınganlık çıkmıyor...Neyse kimse demesin Fenerbahçe'nin şampiyonluğu elinden alındı vs... diye. Çünkü şike var mıydı yok muydu konularına hiç girmeden başka bir şeyden bahsedecem.

Geçen senenin sonunda artık tam futboldan bıktık çok şükür bitti lig dedik ki 2 ay geçmeden bir sabah bir uyandık şikeydi şuydu buydu diye memleketin gündemi sallanıyor. Yok uefa'ya gidilecek, yok küme düşürülecek, atarlanan takım sahipleri, ortaya çıkan ses kayıtları, 600 sayfalık iddanameler... Offf. Ligin başlama zamanı geldi başlamadı. Burada olaylar komple değişti. Çünkü yayıncı kuruluşun sanırım 1 sene önce TurkTelekomla ölesiye girdiği ihale halen akıllardadır. Tam hatırlamasam da 350 milyon$ dolarlara kadar ihalenin bedeli avrupada 5. en değerli futbol yayınlama ihalesi olarak tarihe geçmişti. Ama ligin geç başlaması yayıncı kuruluşun hiç işine gelmedi. Çünkü ortaya döktükleri bir kamyon para var ve verim alamıyorlar. Bir tarafta kümeye düşmesi gündem de Fenerbahçe var taraftarlarının digitürk paketlerini iptal ederler endişesi hakim.
Lig şöyle böyle derken en sonunda başladı. Ama bu sefer periyot o kadar sıkıydı ki 1 hafta içinde diğer haftanın maçları başlar olmuş... Pazartesi 5. hafta maçını yapan takım Cuma-Cumartesi günü 6. haftanın maçına çıkıyor. Bir taraftan digitürk "biz bu kadar para verdik kardeşim zarardayız bunun için mi verdik?" diye diretiyor derken tak şahane bir öneri; 
PLAYOFF oynayacak ilk 4 takım. Böylece şike'de olmuş olmayacak! Hakeden kazanacak!
Dahiyane! Fekalade! Süper ötesi cinyıs bir fikir maşallah(!) 
Kimsenin aklı almıyor mu şike yapılacaksa bile önceki maçlarda zaten yapılır puanlar önceden toplanır.
Neyse lig maratonu koşuşu devam ediyor haftalar haftaları tek bir hafta içinde kovalıyor, gündem de tutulan şike soruşturması vs. derken milletin aklı bunalıyor... Her gün futbol, her gün futbol. Milleti bıktırdılar iyice. Normal lig kendi sonlarına yaklaşırken artık dananın kuyruğu kopacak Galatasaray 5-6 puan önde sürdürüyor son haftalara yaklaşırken bir süsleme daha...
PLAYOFF DEĞİL SÜPER FİNAL
Buna da eyvallah. Süper Final diyelim tamam. Artık herkese süper final iyice anlatılmaya başlanıyor, yok neymiş efendim "toplanan puanın yarısı alınacak, yarısı alınan puan eğer 40.5 gibi bir rakam olursa 41'e tamamlanacak en sonunda silinecek" vs. vs. vs...
Ligin son haftasına geliniyor maçlar oynanıyor ve normal şartlara göre artık, 
1- Galatasaray
2- Fenerbahçe
3- Trabzonspor
4- Beşiktaş
9 puan farkla Galatasaray Şampiyon. Ama bana göre numaradan ortada bir süper final zımbırtısı var. Süper Final maçları başlıyor ilk 2 maçlar gayet çekişmeli takımlar mücadele etmek için koşturuyor vs. 3 maçlarda artık frenleme basılmış lig aynı şekilde BİTMESİ İÇİN ufak tefek matematik hesapları yapılıyor. Derken son maç geliyor.

Süper Final'in Son Maçı. Fenerbahçe - Galatasaray
Kimse kusura bakmasın ama ben hayatımda bu kadar danışıklı dövüşlü maç izlemedim. Maçta akıl almaz olaylar oldu. Ben bir Galatasaray'lı olarak şunu diyebilirim ki böyle bir Galatasaray O-LA-MAZ. Böyle bir sakin derbi olamaz. Bir kere takımın başında Fatih Terim var. Fatih hocam halısaha maçına çıksa mutlaka kazanamak için çıkar. Hırsın adı Fatih Terim. Galasaray'ın tek gol atarsa işi çok daha rahatlayacağını düşünürsek... Ki Kadıköy'deki son maçta 2-0'da 2-2'ye gelen maçta hırsına ne kadar düşkün olduğunu görmüştük. Hatta bu hırsı yüzünden Arena'da ki maçı kaybetmiştik. Hücum yapmayan bir Fatih Terim'in takımı ve yenerse Şampiyon olacak bir Fenerbahçe! Ama dengesiz dengesiz atak yapan Fenerbahçe ileride 2 kişiyle gol atmaya çalışıyor? Kadıköy'de Fenerbahçe uzaktan hiç şut çekmeyecek? Adettendir bir kere uzaktan şutlar! Hiç bir FUTBOLCU KAÇAN POZİSYON SONRASINDA TARAFTARA HADİ HADİ diye el kol işareti yapmayacak? (olduysa da ben görmedim)
Böyle bir derbi olamaz. Yenenin şampiyon olacağı bir karşılaşmada -ki bu Fb-Gs derbisi ise- bütün kartlar açık oynanır. Kontrollü oyun tamam ilk 20 dakika oynanır ama bu kadar da değil yani. Daha önceki senelerden son maçta kaybedilen şampiyonlukları ele alırsak Galatasaray karşısında nasıl bileneceğini siz bir düşünün derim!
He birde ki 10 kişi kalmış bir Fenerbahçe karşısında Fatih Terim bu şansı yakalamışsa "GS'li futbolculara tekme atılsa ses çıkartmayacaksınız saha da dersinizi vereceksiniz" der. Hazır 10 kişi kalmışken kaçırmak istemez Terim! 10 kişi olan ezeli rakibi karşısında takımını yalnız bırakacak Galatasaray'lı futbolcunun soyunma odasında Allah "TERİMİN GAZABINDAN KORUSUN!!!" Benim hiç aklım kesmedi 10 kişi yakalanmış bir Fenerbahçe karşısında atak yapmayan bir an önce maç bitsin diye zamana oynama olayı. Bu korkma falan değil hiç öyle demeyin liseliler gibi! İlk yarıda 2-2 biten maçta Fenerbahçeyi sahasına hapseden Galatasaray'ın hazır 10 kişi yakalamış ezeli rakibi karşısında bir defa bile atak yapmaması ironik!
Peki Aykut hoca? Maçın sonları gelmiş golcü alması? Maçın başında tek golü bulup defans yapmasını bile anlarım. Ama acaba hiç mi Fenerbahçe'nin yaptığı etkisiz atakları görmedi? Hiç mi rakibinin üstüne gidip sıkıştırmayı denemedi? Ligte sırasında oynanan maçların maşallahı var. Golsüz geçmiyordu. Birbirini ısıran iki takım! Aykut hocanın takımını ben Kadıköy'de son oynanan Trabzon maçındaki gibi hırslı ve saldırgan bulacağımı sanıyordum...
Sonuç ne oldu 0-0. Kadıköy'de Fenerbahçe'nin iftihar ettiği yenilmezlik devam etti, Galatasaray'da ligin bitimindeki gibi lider bitirdi. Maçta bir şekilde bitirildi. Yavaş yavaş... Beşiktaş, Trabzonspor ne oldu? Onlarda ligi nasıl bitirdilerse aynı şekilde playoff'u bitirdiler...


Şimdi Fenerbahçe'nin Çarşamba günü oynayacağı Bursaspor maçını bekliyorum! Bakalım bakalım nasıl kartlar açık oynanacak! Kaybeden'in telafisi yok! Görelim nasıl saldıracak gol için... O zaman daha iyi anlaşılır demek istediğim...

Kazanan kim oldu?
Ligtv! Maçın stresinden, içimizdeki fanatiklikten kimse bunu anlamadı. Anlattıklarımda sonradan hak verdi. Birde şu başıma geldi onuda anlatayım.
Hani şu sağda solda ligtv kırmızı logolu yayınlayan mekanlar varya heh işte onlardan birisinde izledim maçı. Mekan arkadaşın sağolsun. Fenerli bir arkadaşım kendi mekanına çağırmıştı orada seyretmektense Galatasaraylıların olduğu yerde seyredeyim diye gittim oraya. Tezgah arkasından hem çayları tazeliyoruz arada hemde bir gözüm tvde. Derken maç bitti. Etraf biraz sakinleşmesinin ardından arkadaşa telefon geldi.

- Süper Final Cironuz ne kadar kazandınız bilgi verir misiniz?
+ 10.000 TL civarı...
- Memnun musunuz peki bu SüperFinal'den?
+ Çok iyi geldi bana.
Arayan Ligtv'den birileriymiş. İşler nasıl beğendiniz mi uygulamamızı dercesine takılıyorlar. Sonradan Fenerli arkadaşıma sordum bu olayı. Durum onda da aynı. O'na da sormuşlar ne kadar vs. diye...
Velasılkelam olay budur! Bence Playoff yada SüperFinal artık her ne sikimse baştan beri düzmeceydi.

Bu sayede;
Arada Kalp krizi geçirenler vs.'de oldu biliyorsunuz... 
Arkadaş arkadaş laf sokarak can yaktı biraz. Millette birbirine düştü...
Orası burası yakıldı...
Bir kişinin cebinden kulüplere fazladan para çıktı.
Korsan biletler son maçta şaha kalktı...
vs. vs..

Herkes tezgahını kurmuş, yolunu bulmuş bir şekilde organize ediyor işleri. Bizde mal mal peşinden koşuyoruz ne güzel değil mi? "Türk futbolu üzerinde oynanan oyunlar" diye tabiri bana göre bu maçta gün yüzüne apaçık çıkmıştır!

Birde bu var Okuyun.



14 Mayıs 2012 Pazartesi

Barney Sikerson'a ithafen...

Nerden nasıl başlayacağımı bilmiyorum, böyle durumlarda da genelde hep susarım... Şunu tekrar anladım ki birisini sevmek, birisini anlamak için onu görmek gerekmiyor. Sadece yazdıklarını okumak bile yetebiliyormuş. Bir önceki yazıda da anlattığım gibi bazı blogları okurken kafamda olduğundan fazla kişiselleştiriyorum. Zamanla okudukça da gelişiyor gelişiyor gelişiyor...

Barney... Seni, yazdıklarından ve ara ara attığımız mailler sonucu açılan konudan konuya muhabbetle tanıdım. Kadınlar hakkında yazdıkların sert olsa da esasında bana göre gerekene saygı duyduğun belliydi. Bunun için sadece biraz kafa çalıştırmak yeterliydi. Kadın düşmanı değildin, dilin sertti, sen serttin... Sen hayatta yalnız yürüyenlerdendin bana göre... İşi biliyordun ama herkese karşı aynı değildin. Yazdıkların o kadar ince görüşmüş sert gerçeklerdi ki... Bişeyler vardı yazılarında beni çeken. Bir ortak nokta, bir bişey. Hiçbir zaman düşünmedim ne olduğunu ama bu sanki "yolcu yolcuyu tanır" hesabı bişeydi... Keşke cuma akşamı şu son yazıyı yazmak için içimden gelen bir his hiç gelmeseydi... Keşke maillerle kalmayıpta çok daha fazla seni tanıyabilseydim hafız..
Bir bankta oturmuşuz karşımızda gemiler...Dünya sikimizde değil...Bu sefer bana bişeyler anlatmak yerine susuyorsun...Elimizde biraları yudumluyoruz..."hafız gidip kokoreç yiyelim mi?" dediğimde ses vermiyorsun...Şerefe!

Birkaç yazı daha...