27 Nisan 2012 Cuma

Kadınların Pazarlık Payı

Dur dur öyle aklından geçen pompaya dayalı pazarlık anlayışı değil. Alım satım işi değil yani. Kadınlar erkeklere göre daha sayısal varlıklar olduğundan dolayı bu pazarlık işlerini erkeklere göre çok daha iyi yapıyorlar. Herhangi bir erkek alışveriş sırasında pazarlık yapmayı sever. Yapmayacağı varsa bile sırf o muhabbeti sevdiği için girer pazarlığa. "Abi en son kaça olur? yabancı değiliz" vs diyerek giriş cümleleriyle başlasa da zaten herhangi her daim kazıklandığını anlaması bir yada iki gününü alır. Pazarlık sırasında ürünün fiyatını en alt seviyede tutar. Mesela 100 TL'lik bir ürüne vereceği ilk pazarlık fiyatı "bunun oluru olsa olsa 60 hadi bilemedin 70'dir." Burada esas verilmek istenen 70dir. 60 etmez ama 70 vereyim şeklinde garip bir ters psikoloji uygulanır. Sonrasında "abi naptın ya? 90 bize gelişi 10 tl karla satıyorum" falan fişman derken en ucuz 85'e kapatılır olay. Erkeklerin maksimum pazarlık anlayışı bununla sınırlıdır. Kadınların pazarlık anlayışı buna benzese de yer yer çirkefe yatıp malı bedavaya aldığı bile bilinir. Ama konu bu değil zaten.

Bir erkeğin yapabileceği en fazla pazarlık bir alışveriş sırasında olur ama kadınlar bunu hayatına yaymayı becerebiliyor. Dedik ya kadınlar sayısaldır diye bundan kaynaklanıyor işte. İşte bu sayısallıklarınıda en güzel şekilde değerlendirirler. Ergenlik ve ergenlik sonrası dönemlerinde sürekli pazarlık paylarını en hit seviyede tutarlar. "Adonisli olacak erkek dediğin" kendi 1.60lık boyuna bakmadan "erkek dediğin 1.85 en az olacak, esmer, kirli sakallı" vs diyerek biscolata erkeği tabirini arar dururlar. Etrafındaki kadınlara sürekli böyle şeyler söyleyerek fişteklerler. Ee kadınlar arasında rekabetten "o isterde ben isteyemez miyim yelloza bak yeeaa" diyerek bu sefer farkında olmadan bir domino etkisi başlar. En sonunda çağımızın hastalığı diye tabir edilen "adonis etkisi"ne girerler. Bu hastalık kadınlar arasında kıskançlıktan/kıskandırma istediğinden kaynaklandığını düşünürsek gripten bile daha etkilidir. 

Ama işin trajik tarafı burada başlar. Bunca "adonis himayesi altında" olmasına karşılık memlekette talebi karşılayacak kadar olmadığında dolayı "lan hiç yoktan esmer, kirli sakalı olsun boyuda siktir ettim" diyerek içten içte ağlaya ağlaya hedeflerden uzaklaşılır. Boy uzunluğunuda aradan çıkartmıştır. Çünkü memleketin standartları uzun boylu değildir. Aradan geçen 5-6 seneden sonra halen aranan standartlarda birisi bulunamamışsa "sakalı olsun bari" demeye başlanır. Artık en sonunda esmer, beyaz bmw'li ve 1.73lük bir prens gelir. Prensin direksiyon başına oturduğunda vakfıbekir ekmeği gibi olan göbeği göze batsa da sorun olmaz. Kirli sakalı yoksa alttan alttan imalarda bulunulur "tatlııııım şöyle bir hayal ettimde sana kirli sakal... Offf diyorum" gibisinden. Prens tabi alınan gazla ya kirli sakal bırakmaya başlar yada çıkmıyorsa bile hayatının hatasını yaparak yüzünü kuru kuru jiletlemeye başlar. -zavallım- Hele kadının rekabete girdiği "arkadaş"larının sevgilisi yok yada boyları daha kısayla değmeyin o kadının keyfine. Dünyalar onundur.

Evde kalmış ama halen inatla hedeflerinden vazgeçmemiş canlı örneklerini görmek isterseniz evlendirme programlarında "almanyadan, hollandadan, isviçreden olsun benim olsun"  diyenleri takip etmeniz yeterlidir.

Tamam erkeklerde ister güzel "at gibi" tabirinin kullanıldığı geniş kalçalı ve 92 civarında göğüsleri bulunan kadını. Ama erkekler pazarlık anlayışını bu kadar hayatına yayamaz ve kadınlar gibi böyle çıtayı yüksekte tutup kademe kademe indiremez. Buna kabiliyeti yoktur. Genelde direk normal alışveriş pazarlığı yapar gibi en alttan başlar ve hatta en fazla "Abi valla sıkıldım ya... Eve gidince önüme bir tas çorba koysun yeter" ile kısıtlıdır.

Not: Adonis var evet ama henüz bmw yok. hep görüp yapmak istemişimdir yazının şarkısı zımbırtısını. buradan ulaş istediğini seç yazının şarkısı için.


25 Nisan 2012 Çarşamba

Bi Kadın Var #4

Bi Kadın Var #4
Sessizlikten sağır olduğum şu evde basbas bağıran
Üstünde benim gömleklerinden biri,
Saçlarını el yordamıyla düzeltmiş ama halen biraz pasaklı
Yüzüne baktığımda hiçbirini görmediğim
Bana bişeyler söylenirken gözlerinin içine baktığımda donup kaldığım
O bağırıyor ama, ben hiç mi hiç duymuyorum
Kaybolmuşum, dalıp gitmişim O'na.
Belki biraz ufak tefek,
Kimileri minyon diyor ama öfkelendiğinde önünde durulmuyor.
Bağırsın, çığırsın,
Rahatlasın.
Seviyorum onu delicesine.
Masaya elini vurduğunda irkiliyorum
Kendime gelip "efendim?" diyorum.
"Dinlemiyor musun beni sen!!!?" diyor.
Dalıp gittiğimi söylesem ne değişecek? Belki daha da kötü olacak.
"Dalıp gitmişim" diyorum.
Ortalık karışıyor iyice.
Bu sefer salak salak sarılıyorum iyice. 
"Kahve istiyor musun?" diye soruyorum "yap bakalım" diyor.
Trip atmıyor ya tapıyorum.
Kavgada etsek zamanımızı trip atarak geçirecek kadar boşa geçirmediği için tapıyorum ona.
Kahveler bardaklardaki yerini alınca 
"Anlat bakalım şimdi sakin sakin" diye konuyu tartışıyoruz.
Belki saatlerce konunun artısını eksisini konuşuyoruz.
Haklıyı haksızı aramadan, 
"eee daha öncede böyle böyle..." diye başlayan cümleleri birbirimizin başına kakmadan
Önümüze en iyi şekilde nasıl yansıtabiliriz diye düşünüyoruz.
O anlık çözüm bulamasakta nasıl olsa üstesinden gelecez diye gülümsüyoruz kimi zaman.
"Ben duşa girecem" diye yanımdan ayrılıyor
Giderken hınzır hınzır gülümsüyor
Mutfak kapısından çıkıp gözden kaybolduğunda ardından yakalamak için fırlıyorum 
ve o an elim bardağa çarpıp dökülüyor.
Koridora gidiyorum banyo yada diğer odaların ışıkları sönük
Ve ben o an anlıyorum;
Belkide sen hiç yokmuşsun da ben kendi yalnızlığımda yaratmışım seni...