Nerden nasıl başlayacağımı bilmiyorum, böyle durumlarda da genelde hep susarım... Şunu tekrar anladım ki birisini sevmek, birisini anlamak için onu görmek gerekmiyor. Sadece yazdıklarını okumak bile yetebiliyormuş. Bir önceki yazıda da anlattığım gibi bazı blogları okurken kafamda olduğundan fazla kişiselleştiriyorum. Zamanla okudukça da gelişiyor gelişiyor gelişiyor...
Barney... Seni, yazdıklarından ve ara ara attığımız mailler sonucu açılan konudan konuya muhabbetle tanıdım. Kadınlar hakkında yazdıkların sert olsa da esasında bana göre gerekene saygı duyduğun belliydi. Bunun için sadece biraz kafa çalıştırmak yeterliydi. Kadın düşmanı değildin, dilin sertti, sen serttin... Sen hayatta yalnız yürüyenlerdendin bana göre... İşi biliyordun ama herkese karşı aynı değildin. Yazdıkların o kadar ince görüşmüş sert gerçeklerdi ki... Bişeyler vardı yazılarında beni çeken. Bir ortak nokta, bir bişey. Hiçbir zaman düşünmedim ne olduğunu ama bu sanki "yolcu yolcuyu tanır" hesabı bişeydi... Keşke cuma akşamı şu son yazıyı yazmak için içimden gelen bir his hiç gelmeseydi... Keşke maillerle kalmayıpta çok daha fazla seni tanıyabilseydim hafız..
Bir bankta oturmuşuz karşımızda gemiler...Dünya sikimizde değil...Bu sefer bana bişeyler anlatmak yerine susuyorsun...Elimizde biraları yudumluyoruz..."hafız gidip kokoreç yiyelim mi?" dediğimde ses vermiyorsun...Şerefe!
Birkaç yazı daha...